Bu yazı, Yıldırım- İmamoğlu karşılaşmasından önce yazıldı. Bu nedenle Pazar günü yapılan Binali Yıldırım-Ekrem İmamoğlu karşılaşmasından bir şey çıkar mı, bilemiyorum.

Ama bir şey çıkacağını da sanmıyorum.

Çünkü bugünle birlikte 31 Mart üzerinden 78 gün geçti. Kala kala 6 gün kaldı. Elbette bu süre içinde seçmen kararını vermiş olmalıdır. Bu saatten sonra da kim ne derse desin 23 Haziran seçimi için kararını değiştirecek değildir.

Ancak bugünkü siyasi iklime bakılırsa, İstanbul yerel seçimi bir yerel seçim olmanın da, bir demokrasi kavgası olmanın da ötesine geçti. İstanbul sermayesi ile Anadolu sermayesinin meydan savaşına dönüştü.

Çünkü her siyasi kavganın, her siyasi kamplaşmanın alt yapısında ekonomik bir kavga vardır; ekonominin ve ülke kaynaklarının paylaşılması vardır.

Ve de bu kavga, ya sermaye gruplarının kendi aralarında ya da emek-sermaye kavgasında ifadesini bulur.

***

O halde, İstanbul yerel seçimindeki kavga neye tekabül eder?

Öncelikle belirtelim ki;

-İstanbul Büyükşehir Belediyesi seçimindeki kavga bir sınıf savaşı değildir.

-Bir emek-sermaye çatışması değildir.

-Bir etnik kavga, bir mezhep kavgası da değildir.

Elbette bu kavganın içinde bunlar da bir ölçüde kendisini ifade eder, ama bugünkü verilen kavgada belirleyici değildir.

Peki, belirleyici olan nedir?

Bilelim ki hiçbir vaat, hiçbir proje Türkiye seçimlerinde yeteri kadar belirleyici olmamıştır.

-Belirleyici olan, demokrasinin sarsıntıya uğramasına itirazdır.

-Belirleyici olan, yargının güvenirliğini yitirmesine itirazdır.

-Belirleyici olan, uygulanan ekonomi politikalarına itirazdır.

-Ama sanırım esas belirleyicilerden biri, Anadolu sermayesi ile İstanbul sermayesi arasında, bazen görünür olan bazen görünür olmayan ve de uzun süredir verilen bir kavgadır.

Diğer bir ifadeyle, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Seçimi için verilen bu kavga, iki sermayenin paylaşım kavgasının siyasete yansımasıdır diyebiliriz.

***

Peki, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı Seçimi neden bu kadar önemlidir?

-İstanbul sanayi, ticaret, finans ve kültür bakımından da Türkiye'nin en büyük merkezidir.

-TÜİK verilerine göre Türkiye ekonomisinin üçte birine sahiptir.

-Ve de uluslararası finans merkezlerinden biridir.

-Eğer İBB'si bir özel sektör şirketi olsa idi, toplam 35 milyar TL'yi aşan bütçesi ile İSO'nun açıkladığı Türkiye'nin en büyük 500 şirketi içinde TÜPRAŞ'ın ardından ikinci sırada olacaktı.

-Ayrıca İstanbul, en büyük göç merkezidir. Bünyesinde sosyo-politik çeşitliliğe sahip yoğun bir nüfus barındırması nedeniyle de Türkiye'nin bir özetidir.

-Belki de daha önemlisi, İstanbul seçiminin iktidara giden bir yol ve iktidar olabilme koşullarından biri olarak görülmesidir.

-Bu nedenle adaylar ve siyasi partiler, İstanbul için tüm Anadolu'ya seslendiler. Bölge, hemşeri, hısım, akraba, kanaat önderi ayağından oy devşirir oldular.

Oysaki böyle bir yöntem, toplumsal kümelenmelere yeni bir tohum ekmektir.

***

İşte bu olgular ışığında şu soruları bir sormak gerekir:

-Bu kavgada, toplumun kimyasının olabildiğince bozulduğu görülmüş müdür?

-Bir seçim için toplum bu kadar birbirine kışkırtılırsa, toplumsal bir barış sağlanabilir mi? Bu, hiç düşünülmüş müdür?

Daha da önemlisi:

-13 Mayıs günlü yazımda da belirttiğim gibi, her darbenin ve darbe girişiminin arkasında olan; Ortadoğu'yu mezhep savaşlarına hapseden; terör örgütlerini besleyip, büyütüp, silahlandıran; komşumuz İran'ı baskı altına aldığı gibi, İran'la ilişkisi olan ülkeleri de tehdit eden ABD'nin İstanbul seçimiyle çok yakından ilgilenmesi...

-Ve de Türkiye'deki seçimler kendilerine ait bir iç sorunmuş gibi Amerikan, İngiliz, Alman, Yunan ve Fransız basınında İstanbul seçiminin bu kadar dillendirilmesi, İstanbul seçimiyle bu kadar ilgilenilmesi...

Hem iktidar hem de muhalefet cephesinden sorgulanmış mıdır?

Herhalde bu olgulara göre diyebiliriz ki, İstanbul seçimi Türkiye'nin geleceğini etkileyecek gibidir.