İçinde bulunduğumuz ahval tam da böyle işte.

Hırsıza, hırsız diyemeyenlerin, “Çalmışsa Allah için çalmış…” deyip; hırsızlıklara, kendi kuş beyinlerince, Allah’ı da ortak edenlerin blok oylar kullandığı bir ülkede, hâlâ umutluyuz!...

* * *

Işid denen sapkın örgütün militanları, Irak’ta Türkmen soydaşlarımızı, tavuk keser gibi kesti. Kafalarıyla futbol oynadı. Kalplerini, ciğerlerini söküp, yiyenler oldu. Türkmen kadınların, çocuk yaştaki kızların üzerinden, onlarca, yüzlerce Işid’li hayvan geçti, yetmedi; kazıklara oturttular kadınları…

Türkmen soydaşlarımız, “Siz nasıl Türk’sünüz; bize bugün yardım etmeyeceksiniz de ne zaman yardım edeceksiniz…” diye çığrındı; bizim halkımız, o gün de “Filistin de Filistin…” diye kıçını yırttı, bugün de yırtıyor.

Böyle bir şey olabilir mi?

Olur.

Olur, çünkü burası Türkiye

Çünkü burası, ne yaptığını, niye yaptığını; ne dediğini, niye dediğini bilmeyen insan sürüsünün yaşadığı bir coğrafya.

Asırlardır beyinleri yıkana yıkana; iki arada bir derede bırakılmış bir ülke.

Ne aidiyet bağlarımız kaldı, ne mantığımız.

Türk müyüz, Arap mıyız, karıştırır olduk.

Biri ya da birilerinin işaretiyle hop oturup, hop kalkıyoruz.

Niye oturuyoruz, niye kalkıyoruz; kim ya da kimler için neden ve ne sıfatla oturup, kalkıyoruz; bilmiyoruz...

* * *

Bu düşüncelerimi paylaştığım Kadim Dost, “Bak sana bir öykücük anlatayım…” dedi ve anlattı.

… …

İslam tarihinin en ilginç kişilerinden biridir.

İlginçtir, çünkü İslamiyet’e karşı olan Ebu Süfyan’ın oğludur.

Kendisi bir süre, Hazreti Muhammed’e karşı direnmiş, ölümüne 20 yıl kala da Müslüman olmuştur.

İşte bu Muaviye’yle, Hazreti Ali hiç geçinemez; birbirlerini hiç sevmezlermiş.

Ali Kufe’de, Muaviye Şam’da...

Bir gün, Ali’nin Kufe’sinden bir tüccar, Şam’a gelmiş. Pazar yerinde dolaşırken; Şamlının biri, Kufelinin devesine sahip çıkmış; “Bu deve benimdir!” demiş.

Tartışma başlamış…

Derken itiş kakışa dönüşmüş…

Kufeli haklı olarak devesine sahip çıkıyor, uyanık Şamlı deveye el koymak istiyor...

Tartışma büyümüş; olay, Muaviye’nin kulağına kadar gitmiş.

Muaviye de gelmiş Pazar yerine; Kufeliye sormuş:

“Bu deve kimin?”

“Benim!” demiş Kufeli.

Muaviye, meydanda toplanan Şamlılara dönüp, sormuş:

“Bu dişi deve kimindir?”

Muaviye’nin bu ses tonunu iyi tanıyan ve bu sorunun neden kendilerine yöneltildiğini bilen Şamlılar, hep bir ağızdan cevap vermişler.

“Ya Muaviye, bu dişi deve bizim Şamlınındır!”

… …

Kufeli yırtına dursun; Muaviye, deveyi Şamlıya vermiş, sonra da Kufeliyi bir kenara çekmiş, demiş ki;

“Ey Kufeli, dinle!

Sen de ben de biliyoruz ki, bu deve senindir ve dişi değil, erkektir.

Ama sen Kufe’ye dönünce, gördüklerini Ali’ye anlat ve de ki; ‘Ey Ali! Muaviye’nin dişi deveyle erkek deveyi ayırt edemeyen, o ne derse‘evet’ diyen on bin adamı var!’ O anlar!”

* * *

Ne alaka, kabilinden, bön bön baktım kadim dostun yüzüne.

Kadim dost açıklama gereğini hissetti.

“…Burada önemli olan devenin dişi ya da erkek oluşu değil; Muaviye ne derse ‘evet’ diyen’ ve sayıları (o tarihe göre) on bini bulan, zekâ düzeyleri tartışmalı adamları...

!!??...

Yıl 2021…

Aradan 1400 küsur yıl geçmiş…

Değişen ne var?

Hiçbir şey!

Sittin sene de olmayacak bu gidişle…”

* * *

Güldü, kadim dost.

Ben mi?

Ben de döndüm arkamı, yürüdüm geldim eve…

Oturdum bilgisayarımın başına, dünkü yazımı yazdım..

Ve o yazımı şöyle bağladım.

“… Bir yanlış var ortada; ama o yanlış, o kabahat, tepemizdeki zatta değil!

O yanlış, o kabahat, okumayan, araştırmayan, ülkeyi güllük gülistanlık sanan yüzde 55’lik oy potansiyeline sahip, seçmen kitlesinde…”

İşte o nedenle bu durumdayız.