Yine bir alıntı.

Yine yazanı da, okuyanı da siyasal stresten uzak tutan bir yazı

Yine düşündüren, derslik, güzel bir öykücük (anekdot).

… …

Üniversite mezunu sınıf arkadaşları yıllar sonra buluşup, hocalarını (profesörlerini) ziyarete giderler.

Konu konuyu açar, koyu bir sohbete başlarlar Hocalarının evinde…
Kimi işinden, kimi eşinden memnun değildir…
Kimi almaya gücü yetmediği evi ya da arabayı istemekte, ama alamamaktadır.
Birilerinin annesi, babası; birilerinin kayınvalidesi, kayınpederi hastadır. Hastalıkları ayak bağı olmaktadır.

Yakındıkça yakınırlar.

Yakındıkça, kasavetlenirler.

“Yoruluyorum…", " mutsuzum…", diyenler çıkar.

İşinden yakınıp, "işimi değiştirmek istiyorum..." diyenler çıkar.

Kimi, “evim dar geliyor” der; kimi “arabam eskidi ama yenisini de alamıyorum…” der.

Kimi “teknem olsa…"der.

Kimi "Yaşadığım kenti sevmiyorum" der.

Kimi "Çocuklar okula başlayacak, o kolej mi, bu kolej mi?" tartışmasına girer.

Profesör, öğrencilerinin yakınmalarını ve tatlı sert tartışmalarını gülümseyerek izler…
Sonra der ki; "Gençler, ben bir kahve yapayım sizlere.."

Mutfağa gider, koca bir termosa mis gibi bir kahve hazırlar, tepsi alır, içine birbirinden farklı fincanlar dizer..
Birinin kulpu kırık, biri çok özel ince porselen, biri daha büyük, biri daha derin, birisi şirket markalı, birisi altın sırmalı.

Salona gelir, fincanları ve termosu masaya bırakır.
"Hadi, fincanlarınızı alın, kahvelerinizi koyun...." der, çekilir bir kenara.

Herkes uzanıp bir fincan seçer...

Önce en güzel ve değerli olan fincanlar seçilir, sona kalanlar kulpsuz, kaba fincanları almak zorunda kalırlar….

Kahvelerini de dolduran gençler, birer yudum alırlar ellerindeki fincanlardan.

"Ohhh…. Nefis… Mis mis... Ne kadar da ihtiyacımız varmış..." sesleri arasında kahveler yudumlanır.

Profesör gülümseyerek bakar öğrencilerine.

Ve sonra söze başlar...

"Ah benim toy canlarım, ah benim hâlâ büyümeyen çocuklarım… Tepsiyi ilk getirdiğimde; hiç düşünmeden en güzel fincanı seçmek için elinizi uzattınız... Aynı yaşam gibi..
Her şeyin en düzgününü istesek de, bazen bizim dışımızda gelişen olaylar sonucu bize kalanlar istemediğimiz form ya da şekil şemailde olabiliyor..

Bakın şimdi, hepinizin ellerinde çok farklı fincanlar var… Birinin kenarı kırık, biri diğerinden küçük, biri sade, biri şatafatlı… Oysa ilk yöneldiğiniz, gözünüze hoş gelen fincan. Ama çaresiz size kalan ellerinizdeki o fincanlarla yetinmek durumunda kaldınız.

Koca termostan, elinizdeki farklı fincanlara, hepinize aynı damak zevkini veren kahveyi koydunuz ve kahveyi yudumlayınca, elinizdeki fincanı unuttunuz ve hepiniz derin ve içten bir "ohhhh" çektiniz.

İşte hayat da böyledir çocuklar.

Geliş tarzı, kullanım şekli, görüntüsü farklı da olsa hepimizin hayatı, aynı içilen bu kahve gibi hep aynı güzelliktedir.

Lütfen hayatınızı kahvenizi yudumlar gibi derin bir "ohhh" çekerek ve her anından keyif almayı bilerek yaşayın.

Size nasıl sunulduğuna bakmadan...

!!??

Öğrencileri birbirlerine bakar, başlarını önlerine eğerler.

Derin bir sessizlik olur.

Veda ederken öğrencileri der ki Hocalarına;

“Hocam, bu son 10 dakika içinde verdiğiniz ders, üniversite yaşamımız dahil aldığımız en yararlı ders oldu, teşekkür ederiz.”

* * *

Şimdi eminim ki siz, “Eeee… Beni ya da bizi ilgilendiren ne var bu öykücükte?” diyorsunuz.

Var!

Seni, beni, bizi hepimizi ilgilendiren ince bir ileti var bu öykücükte.

Öyle ya da böyle, hepimizin sorun yaptığı aslında sorun sayıl(a)mayacak vesveseleri var.

Mutlu olmak elinizde.

Yeter ki yaşadığınız anın, değeri bilin…

Yeter ki yaşadığınız ortamı güzelleştirecek güzellikler bulup, çıkarın.

Yeter ki mutlu olmak için çaba gösterin

Uğraşmayın dününüz ve dününüzdekilerle; yarınlarınıza bakın siz, yanınızdakilerle…