Nihayet sonunda, hedeflerine giden yola, uzun zamandır hayalini kurdukları, önemli bir taşı daha döşediler.
31 Ekim’de T.B.M. Meclisine AKP’li dört kadın milletvekili türbanları ile girdiler. Özgürlük adı altında, normalleşme adı altında. Dinimizin gereği dediler.
Artık laik Türkiye Cumhuriyeti değil de, din devleti imişiz gibi (bu hızda giderlerse o çizgiye pek de bir şey kalmadı ya).
Siyasi simge değil dedikleri, oysa tam da siyasi simge olan türban, ordu ve emniyet dışında bütün kamu kurumlarında artık serbest.
Mecliste daha önce kadın hakları konusunda hiç söz almamış bu AKP’li kadın milletvekilleri, meğer hacca gidince temizlenmişler de, tekrar kirlenmemek için başlarını kapatmışlar.
Bu tarihi günde, bu konuda güzel bir konuşma yapan, CHP Milletvekili Şafak Pavey’in sorduğu gibi, bütün başı açık kadınlar kirli mi oluyor şimdi?
Bu nasıl bir aymazlıktır?
Peki bu kadınlarımız, dinin gereği diye kapandılar da, dinin gereği olan ve Kur’an’da geçen; miras paylaşımında, kadınlara bir hak, erkeklere iki hak, şahitlik konusunda iki kadının şahitliği, bir erkeğin şahitliğine eşdeğer gibi kuralların Atatürk tarafından medeni yasa ile eşitlenmesine de itiraz edip, Kur’an’daki şekliyle uygulanmasını isterler mi?
Hiç zannetmiyorum.
Hele de medeni yasa ile getirilen resmi nikah şartının kalkmasını hiç mi hiç istemezler. İşlerine gelmez.
Türban kamuya serbest olunca, peşinden mahalle baskısı da hızlı bir şekilde kendini göstermeye başladı elbet.
Beklenen de, korkulan da, buydu zaten. Öğretmenlerden kapananlar olunca, muhafazakar velilerin, başı açık öğretmenlere başlarını kapatmaları konusunda baskı yapmaya, ya da çocuklarını kapalı öğretmenlerin sınıflarına vermeye başladıkları duyulmakta. Vah çağdaş Türkiyem vah.
Meclisteki türbanlı milletvekillerine, muhalefet partileri aşırı tepki göstermeyerek, iktidarın mağdur edebiyatı yapmasının önüne geçmiş oldularsa da, sonuç önemli, elbet.
Amacına ulaşan ve gündem belirlemede çok usta olan başbakanımız, hemen “öğrenci evlerini” gündeme oturtuverdi ve ahlak bekçiliğine soyundu.
Kız ve erkek öğrencilerin aynı evde kalmalarının sakıncaları, ülkenin en önemli sorunu oluverdi.
Kadınların kaç çocuk yapacağı, kürtaj ve sezaryen yasağı, kadınlara uygulanan şiddet, türban serbestliği derken, kadın sorunları çözüldü, sıra geldi gençlerin kaldığı evlere!..
Gezi Parkı direnişi, ODTÜ arazisindeki yol çalışmalarına karşı direniş derken, direnişçi gençliğe olan kızgınlıkla, onların üstüne polis salmak yetmedi, ilave olarak, onlar reşit değilmiş gibi, onların aileleri yokmuş gibi, şimdi de özel yaşamlarına müdahale etme hakkı bulabiliyorlar kendilerinde.
Bekir Coşkun’un dediği gibi, zaman zaman, artık “diren aklım” demek zorunda kalıyoruz.
Gençleri o kadar düşünüyorsanız, yurt sayısını arttırırsınız, bu kadar basit.
Başbakanın söyledikleri, mesai arkadaşlarına bile ters gelmeye başladı ki, toparlayalım derken, birbirlerine düşmeye başladılar. Yaptıkları, söyledikleri ayaklarına dolaşmaya başladı.
Ne kadar hedeflerine giden yollara taş döşemeye devam etseler de, T.C.leri kaldırsalar da, ulusal bayramlarımızı kaldırmaya kalksalar da, Atatürk’e neler borçlu olduklarının farkında olan, vefalı halkı ve gençleri Atalarına da bayramlarına da çoğalarak, coşarak sahip çıkmaya başladılar.
10 Kasım 2012’de Anıtkabir’i ziyaret edenlerin sayısı 413 bin iken, 10 Kasım 2013’te 1 milyon 89 bin olmuş.
Bu çarpıcı sayılar bile hesaplarının geri tepmeye başladığını gösteriyor. Ne de olsa Atatürk gibi bir dahi ile başetmek zor...