İşte bu zatın namını Semerkant Buhara Türkistan’da meraklı bir grup bazı ilahi sırları gözleri ile görmek için 4-5 bin km uzaklıktan Bağdat’a gelmişler. Mansur’a sabır, kanaat ve mürüvvet nedir, bizlere fiilen göstererek isbat et demek için bu sıkıntılı ve uzun yolculuğa katlanmış ve Bağdat’a gelmişler. Ama Hallacı Mansur’un enel hak davası sonucu idama mahkum edildiğini ve şu anda Bağdat hapishanesinde olduğunu haber alıp bu ekip hapishaneye üstadı ziyaret için koşmuşlar. Hapishanenin önü mahşeri bir kalabalık ziyaretçi akınına uğramış, hapishane bir tabur askerle korunuyor. Ziyaret mümkün değil. Hallacı Mansur kerameten mana aleminde hapiste bu olaya vakıf oluyor. Peygamberlerin mucizesi, evliyanın kerameti olağanüstü akıl üstü vahiyle ve ilhamla olan akıllara durgunluk veren olaylara keramet denir. Haktır. Hapishanenin önü ana-baba günü, yiyecekler, hediyeler, envai çeşit taamlar, kebaplar getirmişler.

Ziyaretçiler hapishane kapısında bekliyor iken bir görevli Türkistan’dan gelen bu meraklı ekibi alıp hapishanenin kapısına getiriyor, ama kapılar kalın, güçlü demirlerle kapalı. Kapının önünde bekleyen 3 aylık yoldan gelmiş olan sabır, kanaat ve mürüvveti öğrenmek isteyen heyet, Hallac için ilahi müsaade ile, Allah’ın izni ile kapılar açılıyor ve içeri giriyor. Hallac onlara hoşgeldiniz dedikten sonra; “Bakın yavrularım, binlerce ziyaretçim kapıda beklerken demir kapılar Allah’ın izni ile açıldı. Siz içeri girdiniz. Ben istesem çıkar giderim. Ama haklı haksız şeriatın kestiği parmak acımaz. Hükme başımız kıldan incedir. Dünyada hesapsız bir iş yok mu, yüce Allah bunların hesabını soracaktır. O rabbimin işidir. Ben isyan değil, itaat etmek durumundayım. Şu kapıdaki binlerce insana Bağdat yönetimini isyan ettirsem bu zalimleri tarumar ederler. Ancak bir can uğruna binlerce can gider, kan gider. Onun için ben sabrediyorum. İtaat ediyorum. Teslimiyet gösteriyorum. İşte buna sabır derler. Gözlerinizle gördünüz mü?” diyor.

Türkistan’dan gelen meraklı heyet büyük bir heyecanla 5 bin km.lik yolu haklı olarak tepmişiz diye seviniyorlar. Bu arada gardiyan bir bardak su ve kurumuş bir parça peksimet (kurutulmuş ekmek parçası) getiriyor, buyur bu senin öğünündür, ye, diyor. Hallac hazretleri, heyetin gözü önünde peksimeti bir bardak suyun içine atıyor. Yumuşamasını bekliyorken, “Yavrularım bakınız, benim için ziyaretçilerim kuzu kızartmaları getiriyorlar. Ben onları yemiyorum. İstesem yerim. Devlet ne verdiyse ona kanaat ediyorum. Buna da kanaat, gerçek kanaat derler. Kanaat yokken yememek değil, bolken yememektir” diyor.

“Sorunuzun üçüncüsü olan mürüvveti ise inşaallah yarın sabah gelin, size fiilen göstereyim. Hadi size uğurlar olsun” deyip Türkistan ekibini yolcu ediyor. Bu ekipteki insanlar da sıradan insanlar değiller. Alim, bilgili, kültürlü, mevki sahibi, asaletli kişiler. Muradımıza erdik, ehil bir mürşit (yol gösterici) bulduk diyerek sevinerek o zaman kaldıkları otelin hanın yolunu tutuyorlar. Uyumadan sabah ediyorlar. Mürüvveti öğrenmek üzere sabah erkenden Bağdat hapishanesinin yolunu tutuyorlar. Hapishanenin kapısına geliyorlar. Bir de ne görsünler; hapishanenin önünde darağacı kurulmuş, Hallac idam edilmiş. Bedenine müsül (kesilerek işkence yapmak) uygulanmış, eyvah diyerek feryad ediyorlar. Ama nafile. Geri otele dönüyorlar. Olayları geriden bir misafir gözü ile takip ediyorlar. Akşam oluyor, bunları yorgun üzgün ve bitkin acılarla yatıyorlar. En büyük sıfat olan mürüvveti öğrenememenin ve büyük bir insanın velinin haksız olarak işkence ile sırf insanları korkutmak ve gözdağı vermek için yapılan bu zulmün verdiği acı ile uykuya dalıyorlar. O gece ekip elemanlarının hepsi aynı rüyayı görüyorlar. Nedir o rüya; Rüyalarında kıyamet kopmuş, mahşer kurulmuş, bin ayak bir ayak üstünde adalet terazisi mizan divan kurulmuş, bütün mahşer halkının gözü önünde Hz. Adem’den kıyamete kadar gelenlerin iğneden ipliğe birer birer hesabı görülüyor. İnsanlardan hesabı görülenler grup grup cennete ve cehenneme sevkleri yapılıyor. Derken, Hallacı Mansur ve ona bu kumpası kuran ve haksız yere idam kararı veren kadı Yusuf el Ezidi, Vezir Hamit ve kararı onaylayan Abbasi halifesi Muktedir Billah ta sorgu için ilahi adalet divanına büyük bir suçlu zalim olarak mizana getiriliyorlar. Kadı Yusuf b. Ezidi, haksız kararı ile idamına sebep olduğu Hallacı şehiden öldürttüğü için zebaniler (cehennem melekleri) tarafından yani cehennem grubu ile cehenneme giderken, şehit Hallac da rıdvan, cennet meleği tarafından cennetin kapısına getiriliyor. Gir ya Hallac deniliyor. Hallac cennete girmiyor ve cennet meleklerine soruyor. -Beni cennete getiren amelim nedir?

-Senin inandığın gibi yaşaman ve özellikle de haksız yere idam edilerek şehit edilmendir.

–Peki benim şehit edilerek cennete girmeme sebep olanlar nerede? Melekler cevaben,

-Onlar, zalimler cehennemdeler...

–Benim cennete girmeme sebep olanların da benimle cennete girmelerini arzu ederim.

–Peki o zaman sen onlara hakkını helal etmelisin. Onları affedip bağışlamalısın. Ulu Allah da bunu onaylamalı ki, onlar cehennemden kurtulup cennete girsinler, dediler melekler Mansura... Hallacı Mansur ellerini semaya, gönlünü ulu Allah’a yöneltti. Yarabbi, beni haksız yere idam edip şehiden cennete girmeme sebep olanları da cennetine koy. Ben onları affettim. Sen çok ulusun. Yücesin. Senin şefkatine sınır yoktur, diyerek gözyaşları ile duası kabul ediliyor.

Kendisini idama mahkum eden dünya menfaatlerine esir olmuş kadıyı, veziri ve halifeyi Allah bağışlıyor. Mansur’un hakkını helal etmesi ile onlar da cennete giriyorlar. Bu mahşer ve mizan sahnesini rüyalarında seyreden Türkistan erenler heyeti aynı rüyayı hepsi birden görüyorlar. Hallac cennete girerken geriye dönüyor, cennetin kapısında bu meraklı heyeti görüyor ve onlara hitaben; “oğullarım, işte buna da mürüvvet deir, yani seni öldüreni affetme erdemine, sana en şeri kötülüğü yapanı bağışlayabilmen yüceliğine mürüvvet denir. Hadi memleketinize huzur içinde dönün” diyor. Uykudan uyanan Türkistan ekibi aynı olayı seyretmenin şoku ile olayı birbirlerine anlatıyorlar.

Bu olay bir menkıbedir. İslam tarihinde bu ve buna benzer olaylar vardır, olmuştur veya olmamı olabilir. Ama her zaman mümkündür. Burada mühim olan toplum fertlerin özellikle de inanan müminlerin birbirlerine karşı bu şefkati göstermeleridir. Görmez misiniz ki ulu Allah kendine inananı da, inanmayanı da, itaat edeni de, isyan edeni de aç bırakmıyor. Havasız, susuz, güneşsiz bırakmıyor. Haşa hiçkimse ulu Allah’tan asla daha yüce olamaz. Bizler de ulu yezdanın kuluyuz.

Tekrar etmeliyiz ki; haklı haksız, suçlu suçsuz herkes öncelikle insandır. Yani beşerdir. Hata eder, beşer şaşar. Anlaşmazlıkların çözümünde bu hususun altını çizmek şarttır.

Birbirimize karşı hoşgörüyü esirgememeliyiz. İşte o zaman toplumda gerçek bayram havası eser. Bayram gerçek bayram olur, evler seyran olur.