İktidar, uzun zamandan beri kendisine tabi olmayan tüm meslek örgütlerini ve bağımsız kuruluşları etkisiz hale getirmeye çalışıyor.

Çıkarılacak bir yasa ile baroların da, insan haklarını ve hukukun üstünlüğünü savunmayı bırakıp, sadece mesleki konularda talepte bulunması isteniyor.

Koronavirüs sonrası dönemde, tüm dünyada ve ülkemizde bir değişim yaşanacağı söylenmektedir. Ülkemizde toplumun bu değişimden beklediği ile iktidarın beklediği arasında fark bulunmaktadır.

İktidar kamuoyunda düşen oy oranını ve gücünü yeniden toparlamak için, farklı yol ve yöntemler kullanmaktadır. Bir taraftan darbe tartışmaları ile muhalif olan her kesime, kuruma, kuruluşa cezalar yağdırılırken, bir taraftar Cumhuriyetin bu güne kadar getirdiği tüm kazanımlar ortadan kaldırılmak istenmektedir.

ya da demokratik rejim sadece oy ve sandık ile oluşturulamaz. Seçim, seçme ve seçilme hakkı demokratik bir rejimin en temel göstergesidir. Fakat bu seçim ve seçme hakkının demokratik şekilde oluşmuş siyasi partiler ve demokratik, kuralları adil olan bir seçim sistemi ile yapılması gerekir. Siyasi partilerin ve seçim sisteminin bile sorgulanmadığı bir yerde odaların seçim sisteminin sorgulanması tartışılır bir durumdur.

Demokrasi çoğulculuk demektir. Gücün tek elde toplanması yerine dağılması demektedir. Demokrasi bağımsız yargı, bağımsız yasama, bağımsız basın, bağımsız üniversite, bağımsız sivil toplum kuruluşları, meslek odaları, sendikalar demektir.

Gelinen noktada bağımsız bir yasama organından bahsetmenin olanağı yoktur. Birkaç parti başkanının belirlediği yüzlerce milletvekilinin oluşturduğu bir yasama organı bulunmaktadır. Yargının durumu ise söze bile gerek olmayan durumdadır. Bu hali ile demokrasinin iki temel unsuru, yasama ve yargı tıkanmış durumdadır.

İktidarın demokratik kanalları tıkama girişiminin bir başka örneği ise barolar ve tabip odaları, mimar ve mühendis odalarının dağıtılması olarak görülmektedir. Amaç, muhalif sesler çıkaran meslek kuruluşlarının seslerini kısmak, susturmak. İktidar kendisine muhalif hiçbir güç ve kurum istememektedir. En son basın kuruluşlarının, muhalif TV’lerin aldığı cezalara bakıldığında da bunlar açıkça gözlenmektedir.

Tüm dünya, bilimsel kuruluş ve kurumlar ülkemizdeki gidişatın otoriterliğe gittiğini göstermektedir. On yıllarca aynı partide, bakan, başbakan, il başkanı, ilçe başkanı olmuş olanların bile hainlikle, örgüt üyesi olmakla itham edildiği bir rejimin demokratik olmasından söz edilemez. Örneğin düne kadar iktidarı destekleyen mafya lideri, bu gün bir bakanının kendisi aleyhine çalıştığını söyleyebilmekte, iktidarı destekleyenler bile bir takım grupların iktidarından, kumpasından söz edebilmektedir.

Baroların ve odaların bağımsızlıklarını kaldıracak yasayla Türkiye, otoriter-totaliterlik yolunda yeni bir aşamaya geçecektir. Medyanın büyük çoğunluğu havuz ya da yandaş medya olmuş durumda, muhalif olan medyanın sesinin yok edilmesi ile de ülke tamamen bir karanlığa bürünecektir.

Tüm bunların göstermelik başlangıcı Ankara Barosu’nun, bir grup insanı hedef alan sözleri nedeniyle Diyanet İşleri Başkanı’nı eleştiren açıklaması gibi gözükse de, bunun altında yatan neden böyle bir açıklama olamaz. Söz konusu açıklamanın kabul edilmeyen, onaylanmayan yanları olabilir, tüm bunlara rağmen bunun baroların ve meslek odalarının sesinin kısılması ve parçalanması sonucunu doğurmamalıdır. Ankara Barosu bu açıklamayı Avukatlık Yasası’nın 76. Maddesine dayanarak yapmıştır. Bu madde barolara "hukukun üstünlüğünü, insan haklarını savunmak ve korumak" görevini vermektedir. DİB tarafından yapılan açıklamada, bir kısım insanların temel haklarının görmezden gelindiği açıktır.

İktidarın çıkaracağı yasa ile baroların insan hakları ve hukukun üstünlüğünü savunmak gibi görevlerini ortadan kaldırmak, sadece sarı sendika konumuna gelmeleri sonucunu doğuracaktır.

Özlenen tablo; baroların iktidarı eleştiremediği, mimarlar odasının, imar planları için dava açamadığı, tabip odalarının açıklama yapamadığı bir düzendir.

Barolar tabii ki bir meslek kuruluşudur. Fakat meslek kuruluşu olmasının yanında kamusal hizmet üreten, kamunun çıkarlarını koruyan bir kuruluştur aynı zamanda. Temel insan haklarının, hukuk devletinin, hukukun üstünlüğünün olmadığı bir yerde avukatlık yapılamaz. Kimse; Hitler Almanya’sında ya da Mussolini İtalya’sında, Libya’da, Suriye’de avukatlık yapıldığını söyleyemez. Böyle bir ortamda avukatın sosyal ve ekonomik haklarının mücadelesinin verilmesi bile söz konusu olamaz.

Bu gün bazı suçlar konusunda yargılama yapılırken avukatlık mesleğinin düştüğü durumu hepimiz görüyoruz. İki cümle savunma yapamayan, delil toplayamayan, hiçbir talebi dikkate alınmayan konumdayız. Bunun daha da yaygınlaşması ve olağan hale getirilmesi halinde meslek sorunları ve ya da meslek çıkarları diye bir durum olamaz.

Bu gün 50’nin üzerinde baro yapılmak istenen değişikliğe karşı olduğunu kamuoyuna duyurmuştur. Bu bildiriye imza atmayan baroların da iktidarın tutumundan rahatsız olduğu açıktır. Bu nedenle tüm avukatların, hukukçu milletvekillerinin öncelikle bu gidişata dur demesi gerekir.

Temel hak ve özgürlüklerin egemen olduğu, bağımsız yargı ve demokratik şekilde oluşmuş bağımsız yasamanın bulunduğu bir ülke olmadan avukatlık mesleğinin icra edilmesine olanak yoktur. Bu nedenle her avukat önce mesleğini icra edeceği koşulların bulunduğu bir ülke istemelidir.

Av. Ahmet ÖZDEL

Editör: TE Bilisim