Üniversite sınavları için her yıl giderek artan bir başvuru vardır.
Nitekim 2021 yılında 2,5 milyonu aşan başvuru olmuş,  2 milyon 416 bin 974 aday sınava girmiştir.
Ve kısa adı YKS olan Yükseköğretim Kurumları Sınavı, 26-27 Haziran 2021 günlerinde yapılmış, sonuçlar 28 Haziran’da açıklanmıştır.
Açıklanmıştır ama aynen LGS sonuçlarında olduğu gibi, özel olarak liselerdeki, genel olarak eğitimdeki başarısızlığın haritasının hiç değişmediği görülmüştür.
Özellikle de matematik ve fen eğitimindeki çok çarpıcı başarısızlık…
*     *     *
Bu nedenle önce sonuçlara bir bakalım:
İşte TYT sınavında ortalamalar:
40 soruluk Türkçe sınavında 18,7 olmuş, 2020’de 14,2 idi.
40 soruluk Matematik sınavında 5,5 olmuş, 2020’de de 5,5 idi.
20 soruluk Sosyal Bilimler sınavında 7,7 olmuş, 2020’de 8,5 idi.
20 soruluk Fen sınavında 2,6 olmuş, 2020’de 3,7 idi.
AYT sınavında ortalamalar ise:
24 soruluk Türk Dili ve Edebiyat sınavında 5,9’dur.
40 soruluk Matematik sınavında 5,2’dir.
14 soruluk Fizik sınavında 1,08’dir.
14 soruluk Kimya sınavında 1,4’tür.
13 soruluk Biyoloji sınavında 1,3’tür.
Geçmiş yılların da ortalamaları aynen böyledir.
Şimdi sorun, LGS’de olduğu gibi yine sınav sisteminde aranır olacaktır.
Oysaki sistemde, yaklaşık 50 yıldır yaşanan çok ciddi bir sorun vardır. 
*     *     *
Çünkü:
1974’den itibaren Üniversitelerarası Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezi (ÜSYM) tarafından yapılan Üniversite Seçme Sınavı (ÜSS);
-1981 yılında ÜSYM’yi ÖSYM yapmakla…
-1981 yılında ÜSS’yi ÖSS ve ÖYS olarak iki basamaklı yapmakla…
-1990 yılında ÖYS’yi kaldırıp ÖSS adıyla tek basamaklı sınav yapmakla ve OBP eklemekle…
-2010 yılında ÖSS’yi YGS ve LYS yapmakla…
-Ve 2018’de YGS ve LYS isimleri kaldırılıp, YKS adı altında TYT (Temel Yeterlilik Testi) ve AYT (Alan Yeterlilik Testi) olarak iki oturumlu bir sınav sistemine geçmekle…
Ne yükseköğretime geçiş çözülmüştür ne de eğitimdeki çarpıcı başarısızlık…
        *     *     *
Peki, bu başarısızlığın nedeni nedir?
Türkiye'de siyaset, ya laik ya da muhafazakâr olarak bölünmüştür. Ve de siyaset, eğitime özellikle müdahil olmuştur. 
Yani laik ve muhafazakâr kamplaşma özellikle eğitime yansıtılır, eğitim camiası da bu kamplaşmada yerini alır olmuştur.
Ve de eğitimdeki çatışma bu eksende yürümüştür.
Elbette toplumsal yapımızın nedenleri belki bunu yaratıyordu; ama bu kavgada, eğitim sistemini ve eğitim modellerini tartışmak, araştırmak, geliştirmek unutulmuştur.
Öğretmen kuruluşları da eğitimi yeteri kadar sorgulamamış, daha nitelikli ve daha öğretici bir model üretilememiştir.
İşte laik ve muhafazakâr eğitim üzerine hapsedilmiş bu kavga, eğitimdeki başarısızlığın en önemli ana nedenidir. 
*     *     *
Bu başarısızlıkta sınav sisteminin hiç mi kusuru yoktur? Elbette vardır.
Sorun, tüm farklı lise mezunlarının aynı ve eşit sınava tabi tutulmasıdır.
Yani eşit koşullarda ve eşit düzeyde eğitim görmemiş öğrencilerin aynı sınava tabi tutulmasındadır. 
Sorun, eğitimin piyasa sistemine entegre edilmesinde ve ticari bir sektöre dönüşmesindedir. Yani eğitimin bir metaya dönüştürülmesidir.
Ve sorun, okullarımızın yalnız diploma veren birer notere dönüşmüş olmasındadır.
Elbette böyle bir sistem içinde de söyleşmeyi bırakmış, cep telefonu ile sanal âlemde gezen bir gençliğin yaratıldığı ülke olunmuştur.
*     *     *
İşte şimdi soralım, özellikle de fen eğitiminin çok zayıf olduğu ülkemizde:
Anlayabiliyor muyuz, neden bilim alanında “Nobel Bilim Ödülü” alan ya da aday bile gösterilen bir bilim adamımızın olamayışını?
Sakın, Aziz Sancar var ya demeyin!
Eğer, Mardin-Savur doğumlu Aziz Sancar Türkiye’de kalsa idi, Kimya dalında 2015 Nobel Bilim Ödülü alabilir miydi? Almayı bırak, aday olarak bile gösterilebilir miydi?
Eğer, Hatay İskenderun doğumlu Uğur Şahin, bu koşullarda Türkiye’de eğitim yapsa idi, bugün 7,5 milyar insana umut olan koronavirüs aşısıyla dünya çapında bir başarıya imza atabilir miydi?
Demek istediğimiz o ki; artık sınavın adını, soru sayısını, puanlama yöntemini değiştirmekle bu sorunun çözülemeyeceği sorgulanmalı ve araştırılmalıdır.