Aydınlık bir gecede R.SAV.in camisi, Mescid-i Nebevi, Ravza’yı mutahhara denilen yeşil kubbe görünüyor. O zaman hacılarda heyecan dorukta olur, kalp atışları hızlanır, ağlayan, inleyenler olur. Nabi de aynı duygularla yeşil kubbeyi görüyor. Fakat yanındaki paşa ayaklarını uzatmış, yatıyor. Yorgun ve uykusuz. Ravza’ya yaklaştıklarını gören Nabi, paşayı saygı ve edebinden uyaramıyor. Fakat bir şiirle uyandırmak ve ikaz etmek istiyor. Heyecanla dil dökülüyor ve şöyle diyor:

“Sakın terki edepten küyi mahbübi hüdadır bu, Nazargah-ı ilahidir. Makamı Mustafadır bu” cümleleri ile başlayan bir şiirle paşayı uyandırıyor. Yani manası şudur: “Paşa hazretleri; uyan, edep dışı hareketlerden sakın, çünkü Allah’ın sevgilisinin makamına geldik. Yüce Allah’ın nurunun tecelli ettiği Hz. Muhammed SAV.in Ali makamıdır burası. Uyan, uyan. Menzile geldik. Makama yaklaştık.”

Paşa bu sese uyanıyor. Nedir bu ses, bir hal mi var Nabi efendi, diyor. Nabi; Evet, evet paşam. Makamı ulyaya yaklaştık. Yeşil kubbe görünüyor. Bindenbire içimden bu mısralar döküldü diyor.

Başka şairler ne diyor:

Yeşil kubbe görünüyor, gönül aşktan çıldırıyor, bastığım yerler yanıyor Medine’nin yollarında.

-Yollarında yollarında güller açmış ravzasında.

-Medine bakar Mekke’ye gönül onun sevdasında, hu, diyor.

Çünkü şair Nabi, hakiki bir peygamber aşığıdır. Aşık maşukuna kavuşuyor. Yoksa herkes bu ravzayı görünce aynı heyecanı ve aşkı bulamaz. Nabi, paşaya, aman efendim, deveden inelim, abdestimizi tazeleyelim. Ve öyle yapmışlar. Mescide iyice yaklaşmışlar.

Paşa, Nabi’ye rica ediyor. Şu şiiri bir kez daha oku, diyor. Nabi, şiiri okumaya başlayınca, tam o sırada, Mescid-i Nebevi’nin minaresinden müezzin aynı şiiri okumaya başlıyor; “Sakın terki edepten küyi mahbubi hüdadır bu, nazargahı ilahidir makamı Mustaadır bu” diye yankı sesi ile kaside şeklinde sala verir gibi okuyor. Nabi ve Paşa şaşırıyorlar. Aman yarabbi bu ne haldir. Ben bu şiiri ilk defa aklımdan geldiği gibi okudum. Bu müezzin bunu nereden duydu diye hayretler içinde kaldılar.

Paşa ve Nabi işin hakikatini öğrenmek için camiye koşuyor ve müezzini buluyorlar. Müezzinle Arapça konuşuyorlar. Nabi, müezzine, siz Türkçe biliyor musunuz, diye soruncan, hayır diyor.

Nabi, peki bunu nereden öğrendiniz, minareden benim şiirimi okudunuz.

Müezzin, başımı alsalar bunu söyleyemem diyor

Nabi, iyi de, kardeşim, bu şiir benim. Biraz önce ben R.SAV. aşkı ile okudum. Aynısını siz minareden okudunuz deyince, müezzin ağlamaya başlıyor. Siz Nabi misiniz diye ellerine sarılıyor ve işin aslını Nabi’ye anlatıyor.

Mana aleminde R.SAV. emir buyurdular. Nabi geliyor, minareye çık, onun benim için inşad-söylediği şiirini okuyarak onu istikbal et, karşıla dediler. Ben de emri resul üzerine bu şiiri minareden okudum ve sizi bekliyordum, demiş.

Ey akıl sahibi ve hakikat yolcusu, hacca böyle gidilir. R.SAV. böyle sevilir. Onun şefaatlerine böye layık olunur. Hacca gitmek ve orada taş ve toprak seyretmek değildir. İşin mesajını almak, oluşunu anlamak, zihninde ve ruhunda inkilap –değişim-lerin oluşmasını sağlamaktır. Eskilerin bir sözü vardır. Hacca sadece bedeni ile gidip yaşantısında önceye göre hiçbir değişiklik olmayanlar için, “Hacı gitti, acı geldi. Bıçak gitti hactan ustura döndü” dedirtmemek ve millete kötü örnek olmamak gereklidir.

(SÜRECEK)