İMAM-I AZAM, ANLAŞILMASI MÜŞKÜL
KONULARI AKIL VE MANTIKLA ÇÖZERDİ
Dördüncü sualim: Ayağımıza kolaylık olsun için giydiğimiz mestin, abdeste üstüne mest ediyoruz. Çünkü R.SAV. öyle yapmış ve bize tevatüren böyle bildirilmiştir.
Aklımıza göre; mesin üstü değil yere değen altı kirlenir. Biz mestin üstüne mest ediyoruz. Akla göre olsaydı mestin altına mest etmeyi emrederdik. Biz ayet, sahih hadis, sağlam sahabi kavli varsa ona uyarız. Ama çok zayıf hadislere göre değil, akıl ve mantığımıza uyarız. Biz hadis olup olmadığı belli olmayan ve ayetlere R.SAV.in fiillerine ve sahabinin bilgi ve belge ile sabit olan amellerine aykırı olan zayıf hadislere aklı tercih ediyoruz. Mesele budur.
Bunun üzerine Ehli Beyti Hüseyin İmam Muhammed Bakır ayağa kalktı. Hz. Ebu Hanife’nin alnından öptü. (Bakınız, Elmekki elmenasıp c.1. sh. 168-169 Ahmet Karadut menasıbı İmam-ı Azam Ankara, 1978 çevirisi, Hani hecerül heytemiveya heysemi, eserinden alınmıştır.)
İMAM-I AZAM’IN BAŞKA BİR SERÜVENİ
Ebu Hanife zamanında Küfe’de (İmam-ı Azam da Kufeli, sonra Bağdat’a yerleşiyor) Bir adam Hz. Osman R.A. hazretlerine buğuz ediyor, kin besliyor ve hatta Hz. Osman’a Yahudi diyormuş. Kimse bu adamı bu fikrinden vazgeçirememiş. Aynı zamanda Kufe’nin eşrafındanmış. Ebu Hanife bu kişinin yanına gidiyor;
-Ey Kufe şehrinin şerefli kişisi. Duydum ki kızın varmış, ona dünürlüğe geldim.
-Kime istiyorsun?
-(İmam-ı Azam da), Asil şerefli, zengin, hafız, cömert, ibadetci yani size ve kızınıza denktir, diyor.
-Adam, yeter, sen Kufe’nin yektasısın. Biricik alimsin. Sözün senettir? Yeter, kızımı istediğin gence veriyorum, diyor.
Bunun üzerine
-Ebu Hanife, gencin bir kusuru var.
-Nedir o?
-Bu genç Yahudi’dir.
-Adam öfkeleniyor. Bu nasıl iş, bir Müslüman bir Yahudi’ye nasıl verilir, diyor.
O zaman İmam-ı Azam adama hitaben,
-Be hey gafil, sen ve ben sıradan bir Müslüman iken kızımızı bir Yahudi’ye vermezken, Peygamberimiz Hz. Muhammed SAV. senin Yahudi dediğin Hz. Osman’a iki tane kızını (biri ölünce öbürünü) birden bir Yahudi’ye verir mi? Sende hiç mi akıl yok? Bir Müslümana Yahudi diyen kendi Yahudi olur. Tevbe et, bu fikirden vazgeç, diyor ve adam tevbe edip pişman oluyor.
Ebu Hanife bu kişinin imanını kurtarıyor. Fikrini temizliyor. İşte bunu aklı ile yapıyor.
Felsefecilerden birisi (Maddiyyun, Madde dışında herşeyi inkar eden, kainatın kendiliğinden olduğunu, herşeyin tabiat tarafından olduğunu savunan, yüce Allah’ın varlığını inkar eden kimselerdir. Bu günün tabiri ile ateist, dinsiz denilebilir.) İmam-ı Azam’a geliyor. Her şeyin tabiat eliyle olduğunu, kainatın tesadüfen var olduğunu ve ahiretin vukuunu reddettiğini söylüyor ve savunuyordu.
İmam-ı Azam Ebu Hanife hazretleri ise dehriye, filozofa kainatta hiç şeyin tesadüfen olmadığını, her şeyi yaratıcı ve yaşatıcı idare edici bir varlığın olduğunu, tabiattaki eksiksiz düzenden anlaşıldığını, milyonlarca sene güneşin aynı şekilde hareket ettiğini, diğer ay-yıldız, mevsimler, gündüz-gece, üreme, çiftler vs. gibi olayları saydıktan sonra şimdi sana bir soru diyor:
- Denizde müthiş bir fırtına kopsa, o sırada bir gemi yükü ile aniden ortaya çıksa, kaptansız, idarecisiz bu fırtınalı korkunç dalgalı denizde bu gemi yol alıp sahili selamete çıkıp sapasağlam yükü ile limanına varır mı?
Dehri;
- Hayır, bunu akıl kabul etmez.
- Madem ki bir gemi denizde kendi kendine olmuyor da, kaptansız yüzmüyor da, şu koskoca kainat fezada binlerce varlık, nasıl idaresiz duruyor ve yürüyor. Öyle ise, bu kainatı yöneten bir yüce varlık var, eserleri meydanda, işte o ulu Allah’tır deyince, Dehri, susmak ve gerçeği kabul etmek zorunda kalmıştır.
Kaza, kader, rızık, ecel, ahiret gibi vs. İslam’ın anlaşılması müşkül olan konularda ayetleri akıl ve mantıkla çözer, açıklardı.
SÜRECEK