İSLAM KÜLTÜRÜNDE, ALİM, FAZIL, ÖNDER,
DUAYEN VE KANAAT ÖNDERİNİN ÖNEMİ
İmam’ın ferasetle ilgili bir olayı:
İslam kültüründe alim, fazıl, önder, duayen, kanaat önderleri ile ilgili bir usul vardır ve İslamın müşavere, danışma esasına uygundur.
Her şeyi bir bilene sorarlar. Zaten bu Kur’an emridir. “Feselü ehlezzikri inküntüm la tağlemün”. “Bilmediklerinizi bilenlere sorunuz.” Akıl akıldan üstündür. Üstünlük yüceliktir, ayrıcalıktır. Ondan yararlanılmalıdır gibi prensipler vardır. Danışan menzile ulaşmış. Danışmayan yoldan şaşmış gibi...
Adamın biri parasını evinin bir yerine koymuş. Fakat koyduğu yeri bir türlü hatırlayamıyor. Şaşırmış. Bir dostuna derdini anlatmış. O da Ebu Hanife’ye git sor o bir çare bulur demiş. Bu dini bir mesele değil. Olsun, sen git sor, sana bir yol gösterir, demiş.
Parasını nereye koyduğunu hatırlamayan kişi Ebu Hanife’ye müracaat ederek çare istedi. “Halk, sen İmama git, o bir çare bulur dediler” dedi. (Bu söz İmam-ı Azam’ın halk arasındaki itibarını, eminliğini ve yüksek aklının derecesini, duayenliğini, kanaat önderliği gibi vasıfları nasıl üzerinde topladığını anlatmak bakımından önemli bir sözdür.) İmam-ı Azam her zorluktan sonra bir kolaylık vardır, işleri kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız. Onlara yardım ediniz. Yüce Allah sizin veliniz, yardımcınızdır, ayetlerini ve hadisi şeriflerini okudu.
Adama sana anlatacağını aynen yap ve sabah olunca bana durumu haber ver. Bu akşam yatsı namazını kıldıktan sonra yatmadan, sabah namazını kılıncaya kadar hiç dünya kelamı konuşmadan ve abdest yenileme dışında hiç bir işle meşgul olmadan Allah rızası için namaz kıl, ibadet et, paranı nereye koyduğunu hatırlarsın, dedi.
Kişi, Ebu Hanife’nin dediğini yaptı. Daha gecenin dörtte biri geçmemişti ki adam parasını koyduğu yeri hatırladı ve parasını buldu. Sabah olunca durumu İmam-ı Azam’a bildirdi ve teşekkür etti.
Sana o parayı koyduğun yeri şeytan unutturdu. Şeytanın en büyük üzüntüsü insanların Allah’a secde, ibadet etmesidir. Şeytanın senin sabaha kadar namaz kılmana, ibadet etmene razı olmayacağını biliyordum. Keşke parayı bulduktan sonra namazı, ibadeti bırakmayıp, şükür olarak sabaha kadar devam etseydin, dedi. (Bu olay Taşköprülüzadenin ‘mifta hüssaade c.11. s.208 anlatılmıştır. Ahmet Karadut menkıb-ı İmam-ı Azam)
İmam-ı Azam’ın problem çözmedeki akıl ve mantık kuvvetini sunmaya devam ediyoruz...
İmam-ı Azam’ın zamanında bir kişi o zamanın şartlarında varlığını, menkul (para-altın-kıymetli eşyasını) memleketin en zengini ve eşrafı, aynı zamanda herkesin itimat ettiği emanetçi aynı zamanda da en yüksek makamlara layık kariyeri olan birine bol miktardaki kıymetli eşyasını emanet bırakıyor.
Bundan 50 sene önce Çorum’da da esnafın ileri gelenlerine, köylüler, kentliler paralarını bırakırlar. İhtiyaç olduğunda az az alır, harcarlardı. O esnaf, eşraf kişiler de o paraları kullanır ve emaneti korurlardı. Ben bunlardan Çorum’da mevcut bazılarını tanıyorum. Şimdi öldüler. (Epterin Hacı Mehmet Efendi, Süleyman Ebil, Tütüncüzade yanlış olmasın Mehmet Efendi ve başkaları böyleydi) sonunda da helallaşırlardı. O zaman bankalar böyle yaygın değildi. Tasarruflar, toplumdaki emin emanetçilere bırakılırdı. İşte İmam-ı Azam zamanında da böyle bir olay oluyor. Zat, kişi, yüklü miktardaki kıymetli eşyasını emanetçiye bırakıyor. Sonra lazım oluyor ve istiyor. Emanet bırakılan kişi, şeytana uyuyor ve emaneti inkâr ediyor. Mal sahibi bunun resmi yollardan bir çaresini bulamıyor. Çünkü itimada dayalı bir iş. Rabbim kimseyi yanıltmasın. Kuldur, şaşar. Ama şaşmaması lazımdır... Derken, parasını emanetçiye kaptıran adama birisi, git bir de Ebu Hanife’ye danış, belki bir çıkar yol bulur diyor.
SÜRECEK