İNSANA ÜÇ CİHETTEN MAL GELİR: ÇALIŞIP
KAZANIR, HİBE EDİLİR VEYA MİRAS KALIR
Tam duasının kabulüne öyle inanmıştı ki, işte benim rızkım budur, bunu bana Allah gönderdi. Yoksa kapımı kırıp niye içeri girsin, dedi ve öküzü tuttu, bağladı. Ara vermeden, düşünüp taşınmadan aklı hiç çalışmaz oldu ve öküzü kesti. Çabucak derisini yüzdü ve kasaba götürüp satayım dedi.
Halbuhal ki öküz bir kasabınmış kesilme korkusu ile kasabın elinden kaçmış, pür telaş tembel duacının kapısını kırıp içeri girmiş. Öküzü kesip derisini kasaba satmaya giderken yolda öküzün sahibi elinde öküzünün derisi olan adamı görünce, öküzümü sen çaldın ve kestin diye münakaşaya girişmiş. Tembel duacı da olayı anlatmış, bu öküzü bana Allah rızık olarak gönderdi derken olay mahkemeye, Davut A.S.nin hakimliğine intikal etmiş. Kasap öküzü kendi rızkım diye kesen duacı tembeli bağlayıp Davut A.S.in huzuruna çıkarmış. Davut A.S. evvela davacıya, davasını ispat etmeye çağırmış, delillerini sunmasını istemiş. Kasap olayı anlatmış. Tembel duacı olayı zaten inkâr etmiyor, ben yıllarca dua ettim, bu öküzü bana rızık olarak Allah gönderdi deyip başka bir şey demiyor.
Davayı dinleyenler ve hâkim olan Davut A.S. davasını isbat edemeyen tembel duacıyı suçlu bulmuş. Öküzün bedelinin kasaba ödenmesi gerektiğine hüküm vermiş. Fakat davalı duasında ısrar eden tembel duacı bu öküz benim duamın neticesi olan rızkımdır diyor, başka bir şey demiyor. Hz. Davut adamın gözyaşlarına dayanamıyor. Bu adam tembel amma gerçek hırsız değil. Gel ey kasap bunu affet ve bu adamı bağışla dediyse de, öküzün gerçek sahibi olan kasap ortalığı velveleye veriyor. Böyle bir din, böyle bir nebi olur mu deyip hakkımı isterim, adalet, adalet diye bağırıyor. Herkes de onu haklı görüyor. Zahiren de gerçek budur. Bir dua ile mal mülk sahibi olunuyorsa, kör dilencilerin birer bey olmaları gerekirdi diye avaz ediyordu.
Mal insana üç cihetten gelir. 1. Çalışıp kazanır, 2. Birisi hibe ve hediye eder, 3. Miras kalır. Duadan miras çıkmaz diyordu kasap.
Tembel duacı bu hareketlere maruz kalırken, yarabbi, ya benim duamı kabul ettiğini ulu nebin olan Davut A.S.e bildir, ya da bu kasaba merhamet ver. Değilse beni elaleme rezil ve rüsva etmeden canımı al diye yalvarmaya başladı.
Davut A.S. o fakir duacıya; “Ey kerem sahibi sen inanmış bir duacısın, niçin bu öküz kimin nesidir, neyin fesidir, oraya nereden geldi diye sorup soruşturmadan kestin ve bu durumlara sebep oldun. Ya delil getir veya öküzün bedelini öde.”
Fakir duacı; “Ey Allah’ın nebisi, tam yedi senedir gece-gündüz dua ediyorum ve yarabbi, bana zahmetsiz ve helal rızık ver diye yalvarıyorum. Benim bu halimi bu beldenin insanı 7’den 70’e herkes bilir. Ben duamın kabul olacağına öyle inanmışım ki, aksini düşünemiyordum. Tam bu anda kapıyı kırıp bir öküzün içeri girdiğini gördüm. Hah, işte benim rızkımı Allah bana gönderdi dedim. Basiretim bağlandı. Aksini düşünemeden hata ettim. Ama şimdi öküzün bedelini değil kuyruğunu bile ödeyecek halim yok. Şeriat ne emrediyorsa onu yap. Benim duadan başka şeriata uygun delilim yoktur.”
Hz. Davut A.S. öküzünün bedelini isteyen kasaba, “Öğrendiğime göre bir öküzün bedeline kalmış, muhtaç birisi değilsin. Hele bu gün git, Allah bir çıkış yolu gösterir, hallediriz. Bir olay olmuş” diye davacıdan mühlet istedi. Davacı, Ey Davut, bu öküzü bu adama birisi hediye mi etti, hibe mi etti, miras mı kaldı yoksa çalışarak mı aldı. Hayır, öyleyse, çaldı. Daha neyine bakıyorsun diye çıkışıyordu.
Hz. Davut, dur acele etme, hiç kimse sana haksızsın demiyor. Sabret, rabbime yöneliyim, namaza durayım, bir dua da ben edeyim. Bu işin sonunu adaletle sonuçlandırmak için rabbimden yardım isteyim, dedi.  SÜRECEK