HERŞEY KAZA VE KADER OLSAYDI, KULUN
ROLÜ OLMASAYDI, SEVAP-GÜNAH DA OLMAZDI

KADER VE KAZA
Bilindiği gibi kainatın tek yaratıcı, yaşatıcı, öldürücü ve dirilticisi ancak Hz. Allah cc.dir. Kainatta vücuda gelen herşey mutlak hak tealanın bilmesi, dilemesi ve yaratması ile olur. Bu bakımdan, herhangi bir şeyin muayyen bir zamanda belli bir şekilde vücuda gelmesini cenabı hak ezelden takdir eder, dilemesine kader denir.
İnsanın insan, ağacın ağaç, çiçeğin çiçek, koyunun koyun, insanların erkek ve kadın, diğer çiftlerin erkek ve dişi olmaları kaderi ilahi iledir. İnsanların elinde olmayan, annesini ve babasını seçememesi vs. gibi olaylar kaderdir. Bunun başka izahı yapılamaz.
Örneğin Ali’nin babası Veli ile Fatma’nın izdivacından Ali adlı bir evlatları olmasını dileyen ve yaratan Hz. Allah’tır. İşte bu olay kaderdir. Allah’ın ezelden dilemesi bu demektir.
Kısaca şudur; Ali’nin Fatma’dan doğacağını ezelden takdir eden Allah’tır. Bu Ali’nin kaderidir. Fatma’nın zamanı gelince dokuz ay on gün sonra doğması, vücuda gelmesine de kaza-kader denir. Bir olayın takdirine kader, oluşuna kaza denir. Kader ezelden takdir, kaza da o işin zamanı gelince olmasıdır. En doğru izah budur.
Müslümanlıkta kader ve kaza iman esaslarındandır. Kadere iman şart, farzdır. Aynı zamanda kadere iman Allah’a imanın bir şartı, göstergesidir. Müslümanlar Allah’ın kaza ve kaderine inanır ve onun kaderine razı oluruz.
Bir de makzi denen bir husus vardır. Kendi irade-i cüzümüzle bizim işlediğimiz ve ulu Allah’ın yaratması ile ortaya çıkan, Allah’ın razı olmadığı işlerdir, günahlardır. Bunları Allah yaratır, kul işler ama Allah buna razı olmaz. İkab denilen ceza bunlardan kaynaklanır. Allah harama, günaha razı gelmez. İsyan cezayı gerektirir.
Örneğin bir kişi bir günah işler, haşa adam öldürür. Ku iradesini o yöne yönlendirir ve onu işler. Allah o öldürme işini yaratır. Ama bu kötü işten asla razı olmaz. Onun için “kazaya rıza, makziye rızayı icab etmez” denir.
Kaza ve kadere imanın faydasına gelince; insan bu iman sayesinde Allah’ın yaratışını ve hakimiyetini tanımış olur. Allah’a inanan ona güvenir. Ona dayanır. Onun kaza ve kaderine razı olur. Metanetli olur. Dünyadaki müsbet haz veren olaylardan hoşlanır. Hoşuna gitmeyen olaylardan yılmaz, insan kaderini bilseydi hayat olmazdı. İnsan kaderini okuyabilseydi hayat dururdu. Çünkü 20-30-40 yaşlarında kanserden öleceğini bilen bir kişi hayata nasıl sarılabilir? Ölüm korkusu ile nasıl yaşar? Onun için R.SAV. efendimiz “Kader denizine girmeyiniz. Mutlaka boğulursunuz. Allah’ın varlığından nasıl olduğunu değil, eserleri üzerinde düşününüz” buyurmuştur. Çünkü kaderde bilinmeyen birçok hikmetler vardır. İnsan aklı sınırlı yaratılmıştır. Onun için Ziya Paşa; “Allah’ın zatın düşünmek bu küçük akla gerekmez. Zira bu tevazü bu kadar sıkleti çekmez” demiştir.
Altın teraisi ile taş tartılmaz. İnsanların akıllarının hepsi bir olsa Allah’ın zatını kavrayamaz. Ancak eserleri, yarattıkları ile onun yüce kudreti varlığını kavrayabiliriz. İman da budur.
İkinci bir husus; kaza ve kader insanların işledikleri günahların sorumluluğundan kurtarmaz. Yani kaza ve kader insanların mesuliyetine mani değildir.
Çünkü insanlara ulu Allah’ın külli-umumi iradesinden bir parça; cüz’i bir irade verilmiştir. Sorumluluğun kaynağı nedeni de bundandır. İnsanın bir kudreti ve bir iradesi vardır. Bunları kullanma ve yönlendirme kula aittir. Sevap-günah, kar-zarar bundandır.
“Çalışan kazanır” eğer yüzde yüz herşey kaza ve kader olsaydı, kulun rolü olmasaydı sevap ve günah da olmazdı. Çalışanla tembel eşit olur, insanlar birbirlerini öldürür, ne yapalım kaderimiz böyleymiş derdi.
SÜRECEK