BAŞ KADILIĞI KABUL EDİP HAKSIZLIKLARA
ORTAK OLMAKTANSA KIRBACI GÖZE ALMAK

İmam-ı Azam hazretleri, Halife Mansur’un kendisine Başkadılık teklifini, onun haksız işlerine dayanak aradığını ve yönetim vebaline ortak olacağını anladığından ve saltanata temelden karşı olduğundan Halifenin teklifini geri çevirmiştir.
İfade edildiği gibi, bunun iki sebebi vardır.
Birincisi; Saltanata dönüşen hilafete karşı oluşu, ehlibeyte yapılan haksızlıklar ve zulümleri asla onaylamaması. İktidarın halkın iradesine dayanmasının esas olduğuna olan inancı.
İkincisi ise; Halifenin haksız icraatlarını İmam-ı Azam’ın şeriata, dine uygundur fetvalarına dayandırarak adil göstermesine ve bu zulümlere ortak olmak istemeyişinden ileri gelen itiraz ve direnmesidir.
Çünkü İmam-ı Azam, kara zindanlarda güçlü işkenceci, kırbaçcıların zulmüne maruz kalması ve zindanlarda hürriyet ve demokrasi şehidi olarak can vermesinin başka bir nedeni olamaz. Kendisine Adalet bakanlığı teklif ediliyor. Halifeden sonra Vezir-i Azam ayarında ikinci makam teklif ediliyor. İmam-ı Azam bunu reddediyor, 100 kırbaç cezasını ve hapislerde çürümeyi tercih ediyor. Buna demokrasi şehidi denmez de ne denir? İslamda ilk demokrasi şehidi Hz. Hüseyin R.A.dır.
İşte bu büyük insan din aliminin nasıl olması gerektiğini haliyle bize gösterirken halkın da bazı yanlışlıklara çanak tuttuklarını, yanlış işler yaptıklarını gördüğü bir olay nedeni ile şöyle anlatıyor.
İmam-ı Azam’ın Basra’da bir yolculuk anında yolu bir köye uğruyor. Köyde büyük bir kalabalık toplanmış, insanlar itişip kakışarak sesleri ve hareketleri ile bir mücadele içinde görülüyorlar. Yanlarına varıp merak edip soruyor. Nedir bu kalabalık, burada ne oluyor.
Diyorlar ki; burada büyük bir hafızlık yarışması var. En güzel ses, sada, eda, kıraat, usul yönünden birinci gelen baş hafız ve baş imam olacak.
Peki bu yarışma sadece okuyuş, eda ve seda üstünlüğü için mi diyor. Peki Kur’an’ın engin ve derin manaları bu sınavın dışında mı?
Evet. Burada sizin dediğiniz engin ilmi bilen ne yarışmacı var ne de jürisi.
O zaman Hz. İmam üzüntüsünü şöyle dile getiriyor:
“Size yazıklar olsun. Keşke sadece sesi, sedası, edası, görüşü güzel olanı değil de, ilmi bilgisi, Kur’an’ın engin manalarını bilen, bilgisi göğe çıkanları seçseydiniz. Yemin ederim ki kalbi yüksek olanı seçmeyi bilmediğiniz müddetçe yolunuzu bulamazsınız. Uğultulu rüzgarlar tomurcukları döker de ağaçlar meyvesiz kalır, diye öğüt veriyor.
İmam-ı Azam’ın bu son derece önemli tesbitini dikkate almayan topluluk, hadi işine, bizim işimize karışma, eski köye yeni adet mi getireceksin deyip o yüce insanın öğüdünü dinlemiyorlar.
Aradan zaman geçer, Ebu Hanife hazretleri başkadılığı kabul etmediği için kırbaçlamak için zindana götürülürken, vaktiyle o köyde ses ve hafızlık yarışmasında İmam-ı Azam’a karşı çıkan, ona itiraz edip oradan kovan hafızı, halife memurunun yanında kendisini itekleyen adamların arasında görünce onu tanır ve ona der ki:
“Ey oğul, size yarışma gününde söylediğim gibi sadece Kur’an’ın lafzını sesinizle yükseltmek için talim yerine Kur’an’ın engin manalarını, insanlığa sunduğu engin mesajlarını talim etseydiniz, yani ilminizi bilginizi ve irfanınızı yüceltseydiniz, bugün beni itekleyen ve zindanda kırbaca götüren bu topluluğun arasında olmaz ve benim halime seyirci kalmazdınız. Meyvenin kabuğu (cevizin) ile uğraştınız, içinden gafil oldunuz.”
İmam-ı Azam hazretleri burada çok önemli bir yanlışa işaret ediyor. 1300 sene evvel bunu görmüş aynı zihniyet o günlerde olduğu kadar olmasa da bugün bile mevcuttur. Bu duruma o zamanın antidemokratik zorba rejimi olan Emevi düşüncesinin bir uzantısı olarak ta bakabiliriz. Bütün maddi ve manevi imkanları kötüye kullanarak kendi saltanatlarını sürdürme gayreti uğruna bu konular istismar edilmiştir.
SÜRECEK