Bir yıl, sonrasını düşünüyorsan tohum ek. (*)

 

Az okumuşu, çok okumuşu; hiç okumamışı, köyde yaşayanı, şehirde yaşayanı amansız bir yarışın içine girer. Onların çocukları komşularının çocuklarından daha zekidir. Bırakalım komşularını, yaşadıkları şehirde en başarılı o olmalı. Gelecekte mutlaka gözde olan üniversitelerde okumalı.

 

Çocuğun doğumundan sonra başlatılan yarış, yıllar boyunca sürüp gider. Çoğu zaman aileler, çocuklarının yeteneklerini isteklerini görmezden gelir. Çocuklar arasında görünen yarış, aileler arasında kan davasına dönen çatışmalara dönüşür.

 

Çocuklar ilkokula başlamadan iyi okullar aranıyor. Maddi sıkıntısı olmayanlar paralı okulları seçerken; diğerleri iyi bir okul, iyi bir okulda iyi bir öğretmen arama derdine düşüyor. Söylentiler doğru ise velilerin bu isteklerinin bir bedeli varmış.

 

Dileklerini yerine getiren veliler, bununla yetinmiyor. Çocuk yakından izleniyor. Daha başarılı olabilmesi için büyükler ders çalıştırıyor.  Yetmiyor, özel dersler alınıyor. Bu yarıştan etkilenen çocuklar gün geliyor öz kardeşleriyle rekabete giriyor.

 

Okul bitiyor. Evde çalışma başlıyor. Arkasından dershane, özel ders, testler derken çocuklar bırakın dinlenmeyi bildiklerini birbirine karıştırıyor.  Yarış öyle acımasız ki hafta sonu, bayram tatilleri fazladan ders çalışabilmek için fırsat olarak görülüyor.

 

Okul öncesinden başlatılan yarış, üniversite sınavlarına kadar devam ettiriliyor. Bazıları herhangi bir fakülteyi, meslek yüksek okulunu yeterli görürken, diğerleri gözde üniversitelere girebilmek için direniyor. Bu süreç içerisinde çocuklarımız, çocukluğunun tadını çıkarabiliyor mu, gençliğini yaşayabiliyor mu? Kimsenin umurunda değil!

 

Üniversitelerin sayıları arttı. Yeni fakülteler açıldı. Yurt içinde, yurt dışında birçok üniversite öğrenci çekme yarışına girdi.

 

Diğer taraftan üniversiteye girmek isteyenlerin sayısı daha fazla arttı.

 

Kıran kırana süren bir yarış var. O halde bu yarıştan kendi payına düşenden daha fazlasını almaya çalışanlar olacak. Üniversite öğrencilerinden harçlıklarını çıkarmaya çalışanlar, mezun olduğu halde iş bulamayan gençlerimiz özel ders vermeye başladı. Kimi ek gelir peşinde, kimi çaresizlikten dolayı yapmak zorunda kaldı. Bazıları fotokopi kağıtlarıyla bazıları gazete ilanlarıyla müşteri aramaya başladı.

 

Yarış acımasızdı.  Böyle bir ortamda dershanelerin sayısı arttı. Yeni şubeler açıldı.  Pasta büyüktü, yemekle tükenmiyordu. Dershaneler içinde ayrı sınıflar, etütler, özel dersler, test kitapları yangını büyüttü. Kazanç büyüdü. Atanamayan öğretmenler dershanelere koştu.

 

Gün geldi, yeni bir tartışma başlatıldı.  Dershaneler kapatılacaktı. İsteyen dershane özel okula dönüşecekti. Dershane patronları alınan bu karara karşı çıktı. Her iki taraf ta geri adım atma niyetinde değil. Kılıçlar çekildi. Taraflar ellerindeki kozları birer ikişer ortaya sürmeye başladı. Anladığı kadarıyla bu tartışma gelecek günlerde büyümeye devam edecek!

 

Eğitimin yerini öğretimin aldığı bir ortamda taraflar ne kadar tartışılması gereken sorunu tartışıyor bunu zamanla anlayacağız. 

 

Aziz Nesin’in bir öyküsü var. Okuyanların unutmadığı bir sözü anımsatalım:

 

Du bakalım, ne olcek?  (Dur bakalım ne olacak?)

 

BALIK TUTMASINI ÖGRETMEK

 

Bir yıl sonrasını düşünüyorsan tohum ek,

 

Ağaç dik on yıl sonrası ise tasarladığın,

 

Ama yüz yıl sonrası ise düşündüğün, halkı eğit.

 

Bir kez ürün verir ekersen tohum,

 

Bir kez ağaç dikersen on kez ürün verir

 

Yüz kez olur bu ürün eğitirsen halkı.

 

Balık verirsen bir kez doyurursun halkı,

 

Öğretirsen balık tutmasını hep doyar karnı.

 

Kuan-Tzu (Çinli ozan) (M.Ö. 1000)