“Dere boyu kavaklar

Açtı yeşil yapraklar

Ben sana doyamadım

Doysun kara topraklar”

 

 

Halk türküsü

Bazı insanları küçümsemek için kuş beyinli deyimini kullanırız. Kendisini bilge kabul eden, sahip olduğu makama; maddi güce güvenip atıp tutanlara güç, kuvvet yetmez. Onlar her zaman için bizden daha akıllıdırlar.

Birileri kuş beyinli olduğuna göre, başka birilerinin de akıllı olması gerekir. Yaşadığımız dönemse ise akıl başta değil ceptedir. Sözü uzatmadan bu deyime kaynaklık yapan kuşlar geçekten kuşlar, kuş beyinli midir? İlk akla gelen insanlara göre daha küçük yapıda olan kuşların beyinleri de küçük olması gerekir. Beyinlerinin boyutu küçük olduğuna göre duyduklarımızın yanlış olması mümkün değildir.

Boş zaman bulabilenler eğri oturup, doğru konuşmak isterse boşa zaman ve para harcamadan ne kadar hata yaptığını anlayacaktır. Dere tepe dolaşıp doğal ortamda yaşayan kuşları incelemeye gerek yok. Çevremizde görmeye alışık olduğumuz serçelere birazcık dikkat etmemiz yeterli. Aç kişi merak etmiştir o kadarını bilemiyorum. Serçeler yuva yaparken son derece özen gösterirler.

Yaz sıcağının kendini hissettirmeye başladığı günlerde okulun bahçesinde serçe yavrularının sesini duydum. Çevreme göz attım. Görünür yerde kuş yuvası yoktu. Bir ara sesler kesilir gibi oldu. Çok geçmeden koro halinde yavruların sesi yeniden gelmeye başladı.

Yapacak iş bulamayıp bu satırlara göz atanlar benim iyice tozuttuğumu düşünüp gazeteyi ellerinden bırakacaklardır.

Bilindiği gibi her canlının yavruları sevimlidir. Onların davranışları asık suratlı insanları bile gülümsetmeye yeterli olur. Diğer yandan bir an önce büyümek için sabırsızlanan yavruların sesi daha gür çıkmaya başladı. Öyle sanıyorum ki annelerinin geldiğini fark ettiler. Söz aramızda kuşlar aileye son derece önem verirler; anne baba asla birbirine ihanet etmeden insanları imrendirecek davranışlar sergilerler. Annenin getirdiği bir böceği midelerine indirebilmek için sabırsızlanmaya başladılar.

Okul bahçesine göz gezdirmeye başladım. Serçe ağzında bir böcekle beni izliyordu. Kendisi için güvenli olan bir ağacın dalına konmuştu. Yaptığı yuvanın yerini öğrenmemem için elinden çabayı gösteriyordu. Yuvasına gelebilecek bir tehlike hissetmiş olsa beni yuvadan uzak tutabilmek için elinden geleni yapacaktı. Yaşadığı doğal ortamlarda avcı kuşlardan yavrularını koruyabilmek için yaralı kuş taklidi yapıyor. Kolay av olarak görünüp alıcı kuşu yavrusundan uzaklaştırıyor. Av olmayı göze alıp yavrularını koruyor!

Kuş beyinli sözü boşuna söylenmemiş!

Yuvanın yerini tam olarak öğrenemedim. Görmem de mümkün değildi. Kuş beyinli serçe kuşu okulun bahçesinde bulunan basket potasına yuva yapmış. Potayı tutan borulardan birinin içine yaptığı yuvayı görmek mümkün değil. Yağan yağmurdan, esen rüzgardan yavrular etkilenmiyor. Sokaklarda yaşayan kediler yuvanın yerini fark etseler bile yuvaya çıkıp yavruları yemesi mümkün değil.

Küçük serçe, insan beynini zorlayacak işler yapmıştı. Her türlü tehlikenin hesabını yapıp, yuvasını yapmıştı. Yavrularına yiyecek getirirken avcılara av olmazsa yavrularına zarar gelmezdi. Böyle bir sonla karşılaşırsa eşi sevimli yaramazları aç bırakmazdı. Her ikisinin de ölümü halinde diğer serçeler yardıma geliyor mu o kadarını bilemiyorum. Sadece neden olmasın diye düşünüyorum.

İki bine yakın öğrencinin eğitim gördüğü okulun bahçesinde kimsenin dikkatini çekmeden bir günde ortalama on kez yiyecek getiriyor. Günün yirmi dört saati yavrularını her türlü tehlikeden uzak tutuyordu.

Kuşlar, diğer adıyla kuş beyinliler; diğer canlılar yavrularını yetiştirirken insanlara örnek olabilecek davranışlar sergiliyor. Oysa Adem oğlu Adem, bir çok şeyi görmezden geliyor. Kendisini bütün canlılardan üstün, onlardan daha akıllı olarak görüyor. İnsan oğlunun icat ettiği paranın sayesinde bileğinin bükülmez olduğunu öne sürüyor!

Zekasının yerine gücünü öne çıkardığı için asla affedilmeyecek hatalar yapıyor. Gün geliyor pişmanlık duymaya zaman bulamıyor.

Başladığımız yere geri dönelim: Kuşlar, barınabilmek, yavrularını yetiştirebilmek için yuva yapıyor. Bunu yapabilmek için mühendislik eğitimi almıyor. Teknoloji ürüne iş makineleri kullanmıyor.

Diğer yandan insanoğlu ise evler yapıyor. Kat sayısı sürekli artan gökdelenler boy gösteriyor. Apartmanların bulunduğu siteler insanın gözünü kamaştırıyor.

Asgari ücretin kaç para olduğunu herkes biliyor. Lüks konutların, yalıların satış bedelleri insanın dudağını uçuklatıyor. Özellikle dar gelirlilerin ömür boyu ellerine geçen parayı bir simit, bir bardak çay almadan biriktirseler asla satın alamayacakları evler yapılıyor.

Gün geliyor, bir depremle yapılmış olan binalar bir anda yerle bir oluyor. Depremin, her an, her yerde olabileceğini bilmeyen yok. Günümüzde yapılan binalar bir anda yıkılırken; yüz yıllar öncesinde yapılan binalar ayakta duruyor. Yıkılan onlarca binaların arasında depremden asla etkilenmeyen binaları görmek istemeyenler sonunda bir değerlendirme yapıyor: “Allahın takdiri, alın yazısı böyleymiş; elden ne gelir?”

Adam, haklı, doğru söze kim kusur bulabilir?

İkinci Dünya savaşı sonrasında şehirlere başlayan göç, zaman içerisinde giderek hızlandı. Nüfus artışının etkileriyle şehirlerimiz kimsenin akıl edemeyeceği boyutlarda büyüdü. İnsanlar çıldırmış gibi bulabildiği her yere gecekondular yapıyordu. Dere tepe, gözün gördüğü her yer binalarla dolmuştu. Gecekondular yerini apartmanlara bırakıyordu. Dere yataklarıyla yetinmeyenler, denizlerin doldurulmasıyla kazanılan (aslına bakarsan denizden çalınan) topraklar insanlar için bulunmaz yerlerdi.

Yüz binlerce, milyonlarca insanı doyurabilecek bereketli topraklar apartmanlarla dolmuştu. Yılda üç kez değişik ürün alınabilen bereketli tarım topraklarında fabrika bacaları tütüyordu. Para kazanma hırsı bir çok insanı insan olmaktan çıkarmıştı. Tüten bacalar, ülke ekonomisine katkı sağlarken, masrafları azaltmak isteyenlerin sayesinde insanlar başta olmak üzere çevre için felakete dönüşüyordu.

Bu günlerde ülkemizi yasa boğan bir dram yaşandı. Dünyanın hangi gelişmiş ülkesinde böyle bir acı yaşanır? Hangi ülkenin çok akıllı insanları dere yataklarına apartmanlar yapar? Hangi ülkenin yöneticileri buna izin verir*

Samsun’da yaşananlar bizler için yeni değil. Öyle sanıyorum ki sonuncu da olmayacak. Bunları yazmak için falcı olmaya gerek yok. Benzer acılar, ülkemizin her yerinde her an için yaşanabilir. Aradan yıllar geçer; yine değişen bir şey olmaz. Kader kurbanlarının arasında bizler de yer alabiliriz.

Milyonlarca insanın yaşadığı şehirleri kuranlar, neden yaşadıkları acıdan ders almak istemez? Binalar yapılırken mutlaka yapılması gerekenler gözden kaçar? Uygarlaşmanın asıl amacı insanların daha rahat yaşamasını sağlamak değil mi?

Bir serçenin akıl edebildiğini Adem oğlu neden akıl edemez? Ben bu sorunun yanıtını çok iyi biliyorum. Yapılması gerekenleri yapmaya kalkarsa insanların kuşlardan ne farkı kalır?

Delikanlı adama kuş beyinli olmak yakışmaz!