Uzun bir süredir yazmıyorum.
Tatil, bayram v.s. derken, bir de “yazıyoruz da ne oluyor” isteksizliği arayı bir hayli açıyor elbet.
Yine de, deniz kıyısında karaya vuran deniz yıldızlarını “ölmesinler” diye tek tek denize atan bilgenin; “Milyonlarcasından hangi birini kurtaracaksın? Ne fark edecek?” diyen kişiye, bir deniz yıldızını daha alıp denize attıktan sonra “Bak işte onun için fark etti” demesi gibi.
Umut yok olmuyor. Bir kişinin bile bilinçlenmesi umudu.
AKP 2002 yılında seçimi çoğunlukla kazandığında, “Eyvah!” demiştik.
Çünkü bu partinin başındakilerin, seçimden önce zaman zaman verdikleri demeçlerden, bu ülke için neler düşündükleri, neler hedefledikleri anlaşılıyordu.
Onbir yıldır yaptıkları uygulamalar bu düşüncelerinin hayata geçirilmesi olmadı mı nitekim? Atatürk Cumhuriyeti’ni yıkıp şeriat devleti kurmak…
Önceleri iki adım ileri, bir adım geri derken, giderek kendi iktidarları için tehlike oluşturacak güçleri ele geçirdikten sonra, istedikleri düzeni getirmek, düşman oldukları Çağdaş Türkiye Cumhuriyeti’ni yok etmek yolunda iyice hızlandılar.
Şimdi de koşuyorlar artık, hedefe pek bir şey kalmadı…
Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı dönemini kabul edip devrimlerini kabul etmeyen Başbakanımız, o büyük lidere yalnızca Gazi Mustafa Kemal demeyi uygun görüyor. Atatürk sözcüğünü hiç ağzına almıyor. Çünkü devrimleri onlara çok ters geliyor.
Son olarak da bir hayli reklamını yaptıkları Demokratikleşme Paketi ile kimseleri memnun edemediler.
Zira bu paketten en belirgin olarak çıka çıka türbana serbestlik (ya da Ali Sirmen’in dediği gibi başı açık gezme yasağı) ile Andımız’ın ilkokuldan da kaldırılması çıkmaz mı?
Meğer Türklük, doğruluk, dürüstlük, çalışkanlık ne kadar da rahatsız ediyormuş onları. Tabelalardan T.C.’leri de kaldırmaya kalkmadılar mı?
Ordu (237 subayın  mahkumiyeti), yargı, eğitim (4+4+4 sistemi ile imam hatiplere yönlendirme ve 2002’de sayısı 450 olan imam hatiplerin de 2013’te 2074’e çıkması) derken, Cumhuriyet çınarının kökleri koparıldı.
Ulusalcılık yok, milliyet var, millet var dedi Başbakanımız. (Hangi millet olduğunu daha öğrenemedik.Onun da zamanı vardır elbet.)
Düşündükleri milletin adını açıklamadılarsa da, tahmin edebiliyoruz da, dilimiz varmıyor söylemeye.
Mucize beklerken gençlerin gezi direnişleri umut vermişti, fakat eleştiriye tahammülü olmayan iktidarımız, demokrasi var diye diye şiddetle bastırdı bu eylemleri de.
Şimdi de ODTÜ arazilerinden geçirilecek yol için Melih Gökçek başkanlığındaki Ankara Büyükşehir Belediyesince binlerce ağacın katledilmesine karşı eylem yapan, ağaç diken ODTÜ öğrencilerini ve çevre halkını aynı şiddetle bastırmaya çalışıyorlar.
21 Ekim’de suikaste kurban gidişinin 14. yılında anılan Prof.Dr. Ahmet Taner Kışlalı’nın eşi Nilüfer Kışlalı, eşine yazdığı mektupta ne diyoR: “Hani çok önem verdiğin tek dil vardı ya, artık yok. Atatürk’ün And’ı yasaklandı. Türban serbest. Anlayacağın senin gidişin boşuna, bizlerin çektiği acı boşuna. Boşuna gittin canım, boşuna.”
Gerçekten o yiğit insanların ölümü göze alarak, tehditlere kulak asmadan, insanları bilinçlendirmeye çalışmaları boşuna mıydı?
Fakat son burcumuz da gidinceye kadar teslim olmak yok, öyle değil mi?
Zaman zaman ortaya çıkan mucize diye bir şey de var. Onu bekliyoruz bakalım.
Yine de Cumhuriyetimizin 90. kuruluş yıldönümünde nice 90. yıllara diyoruz.