Geçtiğimiz hafta içinde, bir sanatçımızın “Dağdaki çobanın oyuyla, benim oyum bir mi?” ifadesine atfen; benim de 1980’li tarihlerde, Mudurnu’nun bir dağ köyünde yaşadığım; “İsmet İnönü’nün asker kaçağı olduğuna ilişkin” trajikomik olayı anlatmış;

Yazımın sonunu da;

“Ortalama öğretim düzeyi 3,5 yıl olan bir ülkede yaşıyoruz. Asırlardır hurafelerle, yalanla dolanla beyinleri yıkanan, feodal baskılar altında ezilen bir halkımız var.

Bu coğrafyanın gerçeklerini iyi bilen ve halkımızı iyi tanıyan sağ iktidarlar, halkımızın bu durumunu kendi çıkarları doğrultusunda iyi kullandılar, kullanmaya da devam ediyorlar.

Yıl 2019…

AK Parti Sivas Milletvekili İsmet Yılmaz, partisinin belediye başkanı adayı Hilmi Bilgin için oy isterken "Hilmi Bilgin'e vereceğiniz destek, sizin ‘kıyamet günü beraat belgeniz’ olacak" diyor; alkış alıyor…

Sayın Cumhurbaşkanı, Süleyman Demirel’in öncü olup açtığı, ‘Süleyman Demirel Üniversitesi’ni biz açtık…’ diyor (hem de Ispartalılardan) alkış alıyor.

Çünkü aklını kullanma yetisini kazan(a)mamış; hurafelerle aklını bozmuş, ne söylenirse alkış tutan, her söyleneni aklının süzgecinden geçirmeden kabullenen (seçim sonuçlarını etkileyecek çoğunlukta) çok büyük bir kitle var bu coğrafyada ve de ülkemizde…

Ne büyük bir talihsizliktir ki; ülkenin içinde bulunduğu koşullardan ve dünyadaki gelişmelerden en ufak bir haberi ve bilgisi olmayan bu kitlenin oyu, bu toplumun, bu coğrafyanın ve de hepimizin kaderini belirliyor.

Ve ne yazık ki; bu coğrafyada ve bizim ülkemizde, demokrasi (!) böyle çalışıyor …”

Diye bağlamıştım.

* * *

Pek çok destek iletisi aldım bu yazımla ilgili.

Bu iletilerden en ilginç olanı ‘demokrasi fikrinin ilk ortaya atıldığı yıllarda; bu fikre şiddetle karşı çıktığı bilinen Sokrates’in, konuya ilişkin savunması’nı gönderen bir meslek büyüğümün iletisiydi.

* * *

Bankacılık sektöründeki meslek büyüğüm Suphi Kabadayı; gönderdiği iletide; “Demokrasi, ekonomik ve kültürel açıdan belli bir düzeye ulaşmış toplumlar için tartışmasız ideal bir sistemdir. Ancak bu sistem, bizim gibi ortalama öğretim düzeyi ‘3,5 öğretim yılı’ olan, feodal baskıların halen hüküm sürdüğü ülkeler için tartışmalı bir sistemdir…” demiş; ve Sokrates’in, öğrencileriyle arasında geçen ünlü söyleşmesini (diyalog) göndermiş.

İşte o ünlü söyleşme…

“… Bir gün Sokrates, öğrencileriyle sohbet ederken; bir öğrencisi, demokrasi karşıtı olarak bilinen hocası Sokrates’ e, der ki;

“Hocam, demokrasi, ‘çoğunluğun kararını kabul etmek demekse’; doğru ve adil olan da bu değil midir?

Örneğin, yüz kişinin oy kullandığı bir yerde, elli bir kişinin kararına uymak mı daha adil ve doğru olur; yoksa kırk dokuz kişinin kararına uymak mı?

Bana göre çok sayıda insanın, daha az sayıda insana göre yanılma olasılığı daha azdır. Oysa siz bu mantıklı teze karşı çıkıyorsunuz. Neden ve niçin?” diye sorar.

Bunun üzerine Sokrates, her zaman olduğu gibi soru yanıt yöntemini kullanarak, o öğrencisine önce sorar.

“Bize söyler misin; bilge olmak mı daha zordur, yoksa cahil olmak mı?

Öğrencisi, “Elbette ve hiç şüphesiz ki, bilge olmak daha zordur. Bilge olmak için çok okumak araştırmak ve yorulmak gerekirken; cahil olmak için bir şey yapmaya gerek yoktur.” diye yanıtlar, hocasının sorusunu…

Sokrates, “Peki o halde bize yine söyler misin; toplumlarda cahil insanların sayısı mı çoktur, yoksa bilge insanların sayısı mı?”

Öğrenci; “Elbette ve hiç şüphesiz ki, cahil insanların sayısı fazla olur.” diye yanıt verir.

Sokrates, öğrencisinden aldığı bu yanıttan sonra tekrar sorar; “Peki bize yine söyler misin; bir gemide yüz yolcu bulunsa; o geminin nerde, nasıl ve hangi yönde yelken açması gerektiğini, kaptan mı daha iyi bilir, yoksa o yüz yolcu mu ?”

Öğrencisi; “Eğer yolcular içinde denizcilik bilgisi olan yoksa; pek tabi ki, en iyi bilen kaptandır.” diye yanıt verir.

Sokrates, “Peki o zaman şunu diyebilir miyiz; herkes her konuda karar veremez. Herkes bildiği yerde ve bildiği kadar konuşmalı. Her iş ehline verilmeli…”

Öğrencisi, “Pek tabi ki, olması gereken budur…” diye yanıt verir Hocasına…

Sokrates sorularına devam eder.

“Peki o halde bize yine söyler misin; kimin hangi konuda bilgili olup olmadığını bilmeden; (sadece çoğunluk diye) bu çoğunluğun(!) kararlarını doğru bulmak adil ve doğru olabilir mi?

Hem sen de kabul ettin ki; bir toplumda, cahillerin sayısı, bilgelerden hep daha çok olmuştur.”

* * *

Atina sokaklarında devlet adamlarından, dilencisine kadar hiç kimseyi ayırt etmeden doğru yolu göstermeye çalışan; ünlü filozofun bu konudaki görüşü böyle.

Dönelim ülkemize.

Sorumsuz siyasetçilerin kamplara böldüğü ülkemizde; söylenen her şeye (akıl süzgecinden geçirmeden) alkış tutanların bilinçsizce oy kullandığı bir sistemde; “dağdaki çobanın oyuyla,

“söylenen her şeyi aklın süzgecinden geçirip, uygulamaya koyma eğitimini almış” bir kişinin oyu bir olur mu?

Nokta.