Salı günü (28.4.2020) yayımlanan “Corona virüs ve doğa el ele” adlı yazımda;

“… Nankörlük ve ihanet ve hatta hainlik ve de bencillik genlerimizde var.

Derece, derece…

Zır cahillerimizde tümden; hasbelkader diplomalılarımızda yarı yarıya; eğitimli diplomalılarımızda da bu tür duygularını frenleyip, kontrol edebildiği, gizleyebildiği kadar…

Öyle ya da böyle, az ya da çok ama hepimiz taşıyoruz bu tür kötü huyları…

Genlerimize yapışıp kalmış bu tür lanet duyguları söküp atamıyor; tümden yok edip, sıfırlayamıyoruz…

Yeri ve zamanı geldiğinde kullanmak üzere; bir yerlerimizde saklıyor, gizliyoruz…

Sözü şuraya getirmek istiyorum.

Üzerinde yaşadığımız toprakların ve sahip olduğumuz doğanın, dahası üzerinde yaşadığımız Dünya’nın değerini bilmiyoruz.

Bilerek ya da bilmeyerek doğanın dengeleriyle oynamaya, bu dengeleri bozmaya devam ediyoruz.

Kayıp gidiyor doğa elimizden…”

Şeklinde bir girizgâh yapmış, sonra da iletmek istediğim iletileri dillendirmiştim.

Bu yazımın (özellikle ilk giriş tümcesini) ağır bulan okurlarım olmuş.

Gün boyu, yoğun bir telefon trafiği yaşadım.

Onlara, canlı örnekler vererek; yazımın hedefi olayları ve bu olayların aktörlerini anlattım tek tek.

Önce şu gerçeği kabul edelim lütfen.

Bizler emanetçiyiz.

Biz bu ülkeyi, bu coğrafyayı, bu dünyayı atalarımızdan emanet olarak aldık; bu emaneti, çocuklarımıza, torunlarımıza devrederken; mümkün olduğunca kirletilmemiş, çirkinleştirilmemiş, bozulmamış olarak devretmek zorundayız.

Şimdi elinizi vicdanınıza koyup, söyleyin; üzerinde yaşadığımız bu ülkeyi, bu coğrafyayı; eğitimli, kültürlü, bilinçli bir emanetçi gibi mi kullanıyoruz yoksa cahilce, haince, bencilce mi kullanıyoruz?

… …

İşte bencilce, hesapsızca, düşüncesizce yaşadığımız ve yaşattığımız üreme kültürümüz ve işte bunun malum sonuçları…

İşte yaşadığımız yerleşim alanlarının, kentlerin durumu..

İşte yeşil alanlarımızın, ormanlarımızın durumu…

İşte derelerimizin, nehirlerimizin, göllerimizin, denizlerimizin, su kaynaklarımızın durumu…

… …

Örneklerimizi biraz daha netleştirip, belirginleştirip, somutlaştıralım.

İşte Kaz Dağları’nın durumu…

İşte Dünyanın en leziz, en değerli fındıklarının yetiştiği, kestane balıyla ünlü Karadeniz'de, Ordu ve Fatsa’da yaşanan ve yaşatılan 'siyanür felaketi' …

İşte son 30 yıl içinde kuruttuğumuz 10 göllüyle ‘Çöller Bölgesine’ çevirdiğimiz, Göller Bölgesi’nin durumu…

İşte Konya ilimizdeki, Dünyamızın Nazar Boncuğu Meke Gölü’nün durumu…

İşte Türkiye'nin Maldivleri olarak adlandırılan, eşsiz güzelliği ile dikkat çeken Salda Gölü’nü getirdiğimiz durum…

İşte pek çok bilim insanının, ‘yapılırsa hem Marmara Denizinin, hem Karadeniz’in ekolojik dengelerini bozar…’ uyarılarına rağmen, Kanal İstanbul’u yapmak için direnen zihniyet…

İşte yöreye özgü endemik bitkileri, “261 kuş, 22 sürüngen ve 19 memeli” türü, pınarları, dereleri ve yamaçlarından ovalara kadar inen zeytin ağaçlarını ve antik kalıntılarını yok etme pahasına ihaleye açılan Datça Yarım Adamızdaki ILBIRA DAĞLARI…

Ve haftalarca yazsam bitmeyecek daha binlerce doğa katliamı…

… …

Ve bu tür katliamları yapmaya odaklanmış, ellerinde dinamit, altlarında dozerlerle / ekskavatörlerle bekleyen; binlerce, iki ayaklı gözü dönmüş katliamcı…

Böyle bir düzen, böyle bir anlayış için kullandığım sıfatlar yerinde mi değil mi; bir kez daha düşünün isterseniz.

Ayırdındasınız ya da değilsiniz; bilesiniz ki, ülkemiz dağlarının tümünde ve ormanlık bölgelerinde, ‘maden arıyoruz’ gerekçesiyle, doğa katliamları yapılıyor, ağaçlar kesiliyor, dinamitler patlıyor ya da patlatılma hazırlıkları yapılıyor.

Ülkemizin sınırlarının korunması konusunda gösterdiğimiz duyarlılığı; ülkemizin ormanları, bitki örtüsü ve su kaynaklarının korunması konusunda göstermez isek; ülkemiz dört bir yanı ekli resimde görülen hale gelecek.

Bu durumu da bir düşünün ve değerlendirin isterseniz.