Bundan önceki yazılarımın birinde, “…Teknoloji özürlü olduğum için, bilgisayarımı sadece daktilo amaçlı kullanıyorum. İleti göndermekte de, iletileri kontrol etmekte de zorlandığım için, gelen çoğu iletinin farkına varamıyorum!” demiştim şaka yollu.

Sen misin böyle uyduruk bir mazeretin ardına sığınan…

Yazılarımı Almanya Hannover’den izleyen okurum Vural Karakaya, “İnanmıyorum… Bu çağda, bilgisayarı olup da ‘e.maillerini kontrol etmeyen/edemeyen’ bir insan olabilir mi?” demiş, (Aslında başka türlü yazmış da; onları burada yazmam yakışık almaz) ve aşağıdaki fıkrayı göndermiş.

Çok güldüm, sizlerle paylaşmak istedim.

* * *

Fırtına aniden bastırınca, koca gemi bir anda denizin dibini boylamış.

Adam, ıssız bir adanın sahilinde açmış gözlerini.

Çevresine şöyle bir bakınmış; ne gelen varmış ne de giden, ne araç varmış ne de gereç...

Yersen muz ve hindistancevizi, yemezsen hindistancevizi ve muz...

Yaşamı boyunca, evi dışında beş yıldızlı otellerden başka yere adımını atmadığından, bir süre ne yapacağını bilememiş adam...

Bir gün, iki gün derken; tam dört ayı, muz yiyip, hindistancevizi suyu içerek, geçirmiş.

Gözlerini açar açmaz, her gün kumsala uzanır, gözlerini denize diker, geçmişte kalan güzel günlerini düşünerek, kendisini kurtaracak gemiyi beklemeye koyulurmuş...

Bir gün sahilde uzanmış yatarken, gözünün ucunda bir hareket hissetmiş, fırlamış kalkmış ayağa…

O da ne ?

sandal ve sandalın içinde o güne dek gördüğü en müthiş kadın, adaya doğru son sürat geliyor...

İnanamamış, gözlerini ovuşturmuş, çimdik atmış kendine, acıyı hissetmiş. “Aman Allah’ım!... Düş değil bu, gerçek… gerçek!” diye hoplamaya, zıplamaya, sevinç çığlıkları atmaya başlamış.

"Nereden geliyorsun ?" diye haykırmış adam, kadına. Ardında da peş peşe sıralamış, "Nasıl geldin, buraya? Kimsin sen?”

“Adanın öteki tarafından..." demiş kadın, "Gemi batınca orada buldum kendimi…”

“Ne şans!” diye çığlık atmış adam, “Benden başka kimsenin kurtulduğunu sanmıyordum. Kaç kişisiniz ?"

“Benden başka kimse yok, sadece ben kurtuldum. Ayrıca bu sandal da gemiden değil. Gemiden çöp bile kalmadı…” demiş kadın.

Adamın aklı karışmış... "O halde sandalı nereden buldun?"

"Basit" demiş kadın. "Adada bulduğum malzemeyle yaptım... Kürekler sakız ağacı… Zemini, palmiye dallarından ördüm, yanlar okaliptüs..."

"Ama… ama bu olanaksız…” demiş adam, “Alet edevatı nereden buldun, nasıl becerdin bu işi?"

"Pek de sorun olmadı” demiş kadın. “Öteki tarafta bir alüvyon kaya oluşumu var. Fırında belli derecede ısıtılınca, işlenebilir yumuşaklıkta demir elde ediliyor. Gereken aletleri, bu demirden yaptım. Hem sen şimdi boş ver bunları… Sen nerede kalıyor, nerede yaşıyorsun?...”

Adam bön bir ifadeyle, kaya kovuklarının içinde, ağaçların altında, nereyi bulursa orada gecelediğini itiraf etmiş, utana sıkıla…

"Öyleyse benimle gel, bana gidelim..." demiş kadın… Binmişler sandala, asılmışlar küreklere...

Birkaç dakika sonra küçücük bir iskeleye yanaşmışlar.

Adam, sahile göz atınca, az daha sandaldan düşesi olmuş.

Mavi beyaz boyalı kulübeyle, iskele arasında; taş döşeli yürüme yolu bile varmış.

Eve girerlerken, kadın omuzlarını silkmiş, "Pek rahat sayılmaz ama ben yine de ‘ev’ diyorum işte...” demiş.

Adama yer göstermiş, “Şöyle otur lütfen, bir şey içer misin ?"

Şaşkınlıktan dili tutulmuş adam,"Hayır, hayır teşekkürler..." diye kekelemiş; "Daha fazla hindistancevizi suyu içemeyeceğim artık.. Gına geldi..."

"Hindistancevizi suyu ikram etmeyeceğim ki...” demiş kadın, “İmbiğim var… Malibuya ne dersin?"

Adam hayretini gizlemeye çalışarak ikramı kabul etmiş.

Kanepeye oturup, sohbete dalmışlar.

İkisi de karşılıklı, birbirlerinin yaşam öykülerini dinledikten sonra; kadın, "Üzerime rahat bir şey giyeyim" diyerek ayağa kalkmış. Giderken de dönüp, sormuş. "Duş yapıp, tıraş olmak ister misin? Üst kattaki banyo dolabında, jilet var."

Adam artık olayı sorgulamaktan tamamen vazgeçmiş...

Banyoya girmiş, dolapta kemik bir sapın içine sıkıştırılmış oynak mekanizmalı iki deniz kabuğundan yapılma ustura onu bekliyormuş...

"Bu kadın inanılmaz… Bakalım bundan sonra, daha neler göreceğiz…" diye mırıldanmış...

Döndüğünde; kadın onu, kanepeye uzanmış, kır çiçekleri kokuları içinde, stratejik bölgeleri üzüm yapraklarıyla örtülü olarak karşılamış…

Evet… Sadece ve sadece üzüm yaprakları örtüyormuş kadının mahrem bölgelerini...

Kadın, adama elini uzatmış, yanına oturmasını istemiş. Sonra da adama yavaşça sokularak, iç gıcıklayıcı bir sesle fısıldamış; "Söyle bana yakışıklı… ikimiz de uzun süredir bu adada yalnızız. Eminim şu anda yapmak için kıvrandığın bir şey vardır… Hani burada tek başına geçirdiğin aylar boyunca, en çok yapmak istediğin şey... Anlıyorsun değil mi ?”

Gözlerinin içine içine bakıyormuş kadın…

Adam duyduklarına inanamamış... Heyecandan, soluk alması değişmiş, eli ayağı titremeye başlamış garibin.…

"Yani..." demiş adam, "Buradan “e-maillerimi”de kontrol edebilir miyimmmmm…?"

* * *

Sevgili okurum Vural Karakaya, “…KORKARIM, BU GİDİŞLE HEPİMİZİN SONU BÖYLE OLACAK GALİBA ... Aynı olay, benim başıma da gelse; herhalde ben de; ‘Ülen bunca şeyi beceren kadın, bilgisayar da yapmıştır. Önce şu e.maillerimi bi kontrol edeyim…’ diye düşünürdüm.” diyor. Ardından da ekliyor, Çünkü ben de e.maillerimi kontrol etmeden, işe de gidemem, sofraya da oturamam, yatağa da giremem…”

* * *

Sayın Karakaya’ya buradan yanıt vermek istiyorum.

Sevgili Karakaya,

İşte ben de o nedenle, bağımlılık yapmaması için, ısrarla ‘teknoloji özürlü’ olarak kalıyorum ya!…

Bakarsınız, ben de böyle bir ıssız adaya düşer, ben de böyle bir davete muhatap olabilirim, değil mi ya!?...

… …

Şaka bir yana, beni çok güldürdün Sayın Karakaya, Tanrı da seni güldürsün…