Kendi ülkesi, pimi çekilmiş el bombası gibi patlamaya hazırken, başka ülkelere sarkan, başka ülkelere, akıl vermeye, onlara yol yöntem göstermeye kalkan bir başka lider daha var mı, bilemiyorum.

Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerimiz, için için kaynıyor. Özerklik istemleri, bağımsızlık duyuruları, tehditler, pervasız konuşmalar… havalarda uçuşuyor.

Yani?

Yani, Kürt sorununda böyle bir aşamaya getirildik.

Doğudan gelen bir işaretle İstanbul’un en önemli yerleşim birimlerinin altı üstüne geliyor.

Bir anda artarda ormanlarımız yakılıyor, turizm bölgelerimizde malum amaçlı bombalar patlatılıyor.

İktidar partisi de böyle bir ortamda, kendi kendine yakıştırdığı “bölgesel güç” havalarında, İsrail ve Suriye ile papaz oluyor.

Olacak şey mi bu?

Maksatlı Batı, “Türkiye şöyle güçlü, böyle güçlü…” diye gaz verdikçe; Sayın Başbakan gaza gelip, yeni hamleler yapıyor.

Yarın bütün bu anlamsız çıkışlar; ayrılıkçı Kürtlerle olası çatışmalarımızda; bize maddi ya da manevi anlamda top, tüfek v.s olarak geri dönecek…

Bir insan, bir başka insanı; bir devlet, bir başka devleti eleştirirken, dönüp önce kendine bakmalı. Başında Kürt Sorunu gibi çözümü çok zor bir sorun varken; komşularına efelenmeye başlamadan, bunları çok, ama çok iyi düşünmeli.

Ruslar bu gerçeği; “Sırça köşkte oturanlar, komşularının evini taşlamadan önce, kendi konumunu çok iyi değerlendirmeli…” olarak özetliyor.

Bizler sırça köşklerde oturuyoruz.

Anadolu zor bir coğrafya.

Anadolu, pek çok sömürgeci gücün ağzını sulandıran bir coğrafya.

Anadolu, arı kovanı yatağı.

Akıllı olmak, akıllı hareket etmek zorundayız.

Bugün biz, o ülkelerde yapılanları (haklı olarak da olsa) nasıl eleştiriyorsak; yarınlarda da o ülkeler, içimizdeki ayrılıkçı Kürtçülerle işbirliği yaparak, kurguladıkları senaryoları birlikte sahneye koyarak, benzeri kışkırtıcı eleştirileri bize yöneltecekler.

AKP iktidarı, dünyevi ve uhrevi hırsları yüzünden; dertli başımıza yeni dertler açıyor.

İyi bir gidişat değil, bu gidişat…

*   *   *

Cumhuriyet Gazetesi köşe yazarı Prof. Dr. Selçuk Erez, Suriye ile olan son ilişkilerimize mizahi bir üslupla yaklaşmış; Suriye Devlet başkanı Esat’ın ağzından Sayın Başbakanımıza bir mektup yazmış.

Sizlerle paylaşmak istedim.

İşte o mektup…

“Azizim,

Bana haber yollamışsın, “şiddetten uzak dursun”, “kentlere tank salmasın”, “halkın isteklerine kulak versin” filan demişsin…

Aramızda teklif mi var ki, kendin geleceğine başkalarını yolluyorsun?

Evet, önce telefon ettin ama ben sana kaç kere “telefon etme, sizin orada telefonlar dinleniyor,” demedim mi?

Sonra böyle mesajlar yollamadan önce bir kez düşün: Ben sana hiç karışıyor muyum? “Mesela “Basına baskıdan vazgeçilsin”, “Adaletten eller çekilsin…”, “Savcı ve hâkimlerle kedinin fareyle oynadığı gibi oynanmasın…”, “Basılmamış kitaplar toplanmasın”, “Gizli tanıklar yüzünden insanlar yıllarca hapislerde tutulmasın” filan diyor muyum?

“Komşu ülkelerin dağları, tepeleri bombalanmasın” diyor muyum?

Her aslanın bir şöbiyet yiyişi vardır: Sen öyle yersin, ben de böyle…

El âlemin kışkırtmalarına uyup sakın üstüme varma…

“Demokrat değilmişim”, “halkı ezermişim” dediklerine inanma...

Allah’ını seversen bir araştır, sor da öğren; burada hangi çocuk bedava tahsil istedi diye hapse atıldı?

Hangi üniversiteli, kuzulara yumurta attı diye kovuşturuldu?

Ben hangi heykeli yıktırmışım bugüne kadar?

Bu diyarda kim deniz feneri paraları toplayıp, amaç dışı kullandı? Ucu partisine dokunacağını anlayınca, kim davanın savcılarını görevden aldı?

Laf aramızda, bana nasihat edeceğine sen de oralarda bir parça demokratlaşmaya başla... Bu yönde birkaç ufak adım at, sonra ay sonunda sınıra gel de beraber künefe yiyip bayramlaşalım, hasret giderelim…

Özledim muhabbetini!

Kardeşin Esad”