İNSAN AYRI YERİ DEFALARCA GÖRMEKTEN
USANIR, MUKADDES BELDELER İSE FARKLIDIR
Hac; üzerine farz olanın ömründe bir kez gerekli vazifeleri yapmak üzere Kabe’yi ziyaretin adıdır. (Farzdır, kesin emir)
Umre ise; Hac mevsimi dışında her zaman Kabe’yi ziyaret etmektir. Hanefi mezhebine göre, sünnedi müekkettir. Fakat Hac ve Umre insan hayatının dönüm noktalarıdır. Müminin yaşayışına artılar getirmesi beklenen mali ve bedeni ibadetlerdir.
Ne maksatla yapılırsa yapılsın, (elbette ki herkesin niyeti halis) faydaları tartışılmayacak kadar gerçektir. Seyahat arzusu insana verilen özelliklerden birisidir. Hemen hemen herkes gezip görmeyi, gezerken eğlenmeyi, ruhunu ve bedenini seyahat nedeni ile güçlendirmeyi arzu eder ve turizm amaçlı geziler yapar. Bir gördüğü yeri tekrar görme arzusu da olabilir. Ama bir kere gördüğü yeri ikinci, üçüncü kez gördükçe arzusu azalır. Binlerce tecrübe ile sabittir ki, mukaddes beldeleri ve yerleri onlarca görsen, tekrar tekrar görme arzusu artarak çoğalıyor ve yoğunlaşıyor. Asla usanma gelmiyor. Öyle bir iş ki son derece sıkıntılı, zor. Meşakkatli. Sinir ve stres içinde yapılan bir ziyaret olmasına rağmen hepsi unutulup alev alev yanan bir aşkla tekrar gitmek istiyor insan. İşte, bunun kaynağı manevidir, ulvidir. Yoksa kâr amaçlı olsa kimse bu zahmeti ihtiyar etmezdi. Hele eskiden nerdeyse imkansız bir yolculuktu çöl yolculuğu. Bugün ise çok kolaylaşmıştır.
Şimdi, böylesine kutsal bir ibadet nasıl bir ruh haliyle yapılmalı, buna tarihimizden bir örnek verelim:
Osmanlı zamanında Hicaz bölgesi, Devleti Ali Osmani’nin idi. Ama çok zor yolculuk şartları nedeni ile herkesin Hacca gitmesi nerede ise imkansızdı. Ama bu yüce millet İslam’a en büyük hizmeti yapan Türk milletidir. Mekke ve Medine’nin Hac mevsiminde Hac masraflarını karşılayacak ödeneği sürre alayı denen bir kuvvetle her sene Hicaza gönderir, Hicaz halkı ve hacıların istihkakları temin edilirdi.
Meşhur İslam Türk şairi Nabi, arif bir paşa ile Hacca gitmek için yola çıkıyorlar. Yorucu, meşakkatli bir çöl yolculuğu sonucu Medine’ye ulaşıyorlar. Kubbe-i Hadra, R.SAV.in yeşil kubbesi görünüyor. Vakit sabah vakti, devenin mahfilinde yatan paşa ve Nabi bir arada. Nabi’yi aşktan uyku tutmamış, yeşil kubbeyi görünce uyuyan paşayı edeben uyandırmamış ve şu mısraları okumuş;
“Sakın terki edepten, küyi mahbub-i hüdadır bu.
Nazargahı ilahidir, makamı Mustafadır bu.”
Genel anlamıyla, ey uyuyan paşa, R.SAV.in ravzasına hüdanın sevgili beldesine, cenab-ı hakkın nazargahı olan Muhammed Mustafa SAV.in makamı alisine geldik, kalk demek istiyor. Bu sesi duyan paşa uyanıyor ve aşk ve maneviyat şairi Nabi’ye bu şiiri tekrar tekrar okutuyor. İkaz edildiğini anlayan paşa, Nabi’ye deveden inelim demiş ve inmişler. Ravzayı mutahhara (temiz bahçe) R.SAV.in mescidine yaklaşınca paşa hazretleri Nabi’ye şu şiiri bir kez daha oku derken, aynı şiiri mescidi nebinin müezzini minareden okumaya başlamış; “Sakın terki edepten mahbubu hüdadır bu.” Şaşırmışlar. Nabi’nin ilk defa aklına gelen ve devenin mahfilinde okuduğu şiiri müezzin, mescidi nebevinin minaresinden okuyordu. Nabi, “Aman paşa bayılacağım, bu ne iştir. Biraz evvel benim kalbime ilham olan okuduğum şiiri müezzini nebi minareden okuyor, hayret” diyordu.
Kopuş camii şerifin müezzinini bulup işin aslını soruyor müezzine. Bunu biraz evvel ben söyledim ilk defa, siz nereden duydunuz, diyor. Müezzin “Başımı alsalar söylemezdim. Sen Nabi misin?” deyip Nabi’nin elini öpüyor ve ilave ediyor: “Resulüllah SAV.i rüyamda gördüm. Minareye çık ve şu şiiri oku. Sevgili ümmetim geliyor, onu karşıla buyurdular” dedi.
SÜRECEK