BİLİNENLER, BİLİNMEYEN İLİMLER YANINDA
NOKTA BİLE OLAMAZ; BUNU BİLMEK İRFANDIR

Şeyhülislamın kibrini görünce, ‘beni istemişsiniz, ben felancayım’ demeden cevaben;
“Ben ümmi bir ademim. Bana Ümmi Sinan derler. Adım Sinan, lakabım Ümmidir. Allah’ın ilminin derecesi ile kulunun bilgisi arasındaki oranı, nispeti öğrenmek istiyorum. Bunu anlatacak bir alim arıyorum. Memleketin görünürde en yüksek ilmi mevkisinde oturan sizsiniz, bana anlatın ne olur” demiş.
Şeyhülislam, “Bu nasıl sual be hey adam. Allah’ın ilmi yanında kulun ilminden söz edilir mi? Bilmez misin Allah cc. Meryem Suresi 109. ayette, rabbinin sözleri, ilmi için deryalar mürekkep, ağaçlar kalem bir o kadar daha olsa rabbinin sözleri bitmez. Ama denizler biterdi. Tükenirdi. Böyle bir ilim karşısında kulun ilmi ne olabilir?” der.
Şeyhülislamın hiddetini gören Ümmi Sinan hazretleri, “R.SAV. efendimiz birine bir talim ederken, sorusuna cevap verirken, insanların akılları kadar onlara anlayacağı şekilde anlatın derdi. Hiç öfkelenmezdi. Kapısında ne odacısı ve ne de kapıcı ve kapısı vardı. Bir perde idi hepsi, hiçbir zaptiye de kapıda bulunmazdı. Her isteyen ona hemen ulaşırdı. Kedinin asılı zembildeki ete ulaşması nasıl zorsa, size ulaşmak da o kadar zor” diye hafifçe uyarır.
Sinan’ın Ümmi değil derya gibi alim ve arif olduğunu farkeden Şeyhülislam, nihayet “otur efendi” diyebilir ve “şimdi sen bana ne sordun. Allah’ın ilmi yanında kullarının ilminin nispeti –oranı- ne kadardır dedin öyle değil mi?” Ümmi Sinan “Evet efendim, aynen öyledir. Şimdi çizdiğim daireye bak, bu daire Allah’n ilmi, şu ortasındaki nokta da Hz. Adem’den kıyamete kadar gelmiş geleceklerin ilmidir. Anladın mı?” der.
Ümmi Sinan, “Peki efendim, milyarlarca insanın ilmini bir nokta ile gösterdiniz. Bu insanların ilmi içinde, noktanın içinde sizin ilminizi bana gösterin” deyince, şeyhülislamın hoşafının suyu bitiverir. Nokta içinde ilmini nasıl gösterecek. Ve böylece koskoca şeyhülislamı sükuta mecbur eder. Ancak cahil gibi görünen bir kişinin kendisini susturmasını hazmedemeyerek öfkelenmiş, “Senin cenaze namazını papaz kıldıracaktır” demiş. Ümmi Sinan da “Doğru söyledin, öyle olacak” deyivermiş.
Aradan zaman geçmiş. Ümmi Sinan hastalanmış. Müritlerine tembih, vasiyet etmiş. “Ben vefat edince tabuta koyun, üstümü örtmeyin. Namazım kılınır kılınmaz da hemen üstümü örtün. Tacımı tabutun başına koyun ve hemen oradan ayrılın. Beni bekletmeden defnedin” demiş.
Emri hak vaki olmuş. Ümmi Sinan’ın cenazesi camiye getirilmiş. O gün saraydan Sultan Ana, Valide Sultan da ölmüş. Sultanların cenaze namazlarını, Kadıül Kubat, Şeyhülislam kıldırırmış. Önce erkek cenazesi kılınacağı için, Şeyhülislam sormadan Ümmi Sinan’ın cenazesini önceden kıldırmış. Sormamış, kimdir diye. Hemen müritleri Valide Sultan’ın cenaze namazını kılmadan Ümmü Sinan’ın cenazesini oradan hızlıca götürürlerken, Şeyhülislam bu durumu görüyor ve soruyor: “Bu kim ki hemen götürdüler.” Cevaben, “Efendim Ümmi Sinan sizlere ömür, hakka yürüdü” demişler.
Şeyhülislam sakalını tutarak “Hey koca adam hey, en nihayet bizi papaz da yaptın, öyle gittin. (Hani Şeyhülislam senin cenaze namazını papaz kıldıracak demişti ya.) Kıymetini bilemedik” diyerek gözyaşı dökmüştür ve Fatiha Suresini de okumuştur.
Ey Karii, -okuyucu- şunu hiç unutma “vekülle zi ilmin alim” Her ilmin üsünde bir ilim, her alimden daha alim birisi vardır. Alimlerin alimi Hz. Allah’ın ilmi vardır. Bir insanın yüz bin insanın ömrü kadar ömrü olsa, yine bütün ilimleri bilmesine imkan yoktur. Bir de bunun ötesinde ilmi ledün fizik ötesi bilinmeyenler var. Hatta bilinenler bilinmeyen ilimlerin noktası bile olamaz, bunu bilmek irfandır.
SÜRECEK