Bizim insanımız kuzu etine bayılır. Çok sever. Avrupalılar ise sığır etini sever. Çünkü sığır eti yağsızdır. Bizde sığır eti ancak kıyma olur. Kebabı ve sulu yahnisi kuzu eti gibi olmaz. Bu yüzden yağlı et yiyenlerde kolesterol çok olur. Biz Türkler zeytinyağlı lahana ve yaprak sarmasını severiz. Avrupalılar da haşlamasını severlermiş. Hülasa her canlı yaratılış kabiliyeti -her insan da- yaratılış ve alışkanlıkları yönünde hareket ederler.
Gıdalar iki cinstir: Maddi gıdalar, manevi gıdalar. Maddi gıdalar bedenimizi, manevi gıdalar da ruhumuzu beslerler.
Ruhumuzun gıdaları manevi zevkler, ibadetler (özellikledir) zikrullah. Ahlak güzelliği, güzel manzaralar, müzik ruhumuzun sevdiği gıdalardır. Yüce Allah da Kur’an’da ölçüsüz yenen maddi gıdalar nefsi azdırır. Manevi gıdalar özellikle ince tefekkürlü ibadetler zikir, fikir, ahlak güzelliği kalbi besler. “Ela bizikrillahi tedmeinnel kulûp, yani, dikkat edin kalbin huzuru Allah’ın zikri ile huzur bulur” buyurulmuştur. Peki, insan sevmediğini sevebilir, sevdiğinden nefret edebilir mi? Evet. Eğitimle eksersizlerle yapabilir.
Riyazat denilen zayıflama resimleri, kötü alışkanlıkları güçlü irade ile bırakmak iyi alışkanlıkları devam ettirmek mümkündür. İnsan maddi ve manevi kötü alışkanlıklarını terk edebilir. İyi alışkanlıklar edinebilir. İçki, sigara, kumar vs. bırakılabilir. Günahlar terk edilebilir. İyiliklere, sevaplara yönelinebilir. Çünkü tebdili ahlak caizdir.
Yıllar yılı eşkiyalık yapan insan, ahlakını değiştirip evliya olabilir. Veya iyi insanların ayağı kayıp hata eder. Kötü olabilirler. Esas olan kötüde ısrar değil, iyide sebattır. Bu da maddi ve manevi eğitimle mümkündür. Dinde bunun adına haramı-yasağı- terk, helalı yap denir.
İnsanlar iyiye, güzele, helale o kadar alışırlar ki, iyilik güzel ahlak onların şiarı, yolu olur. İşte İslam’ın amacı da budur. Örneğin, öyle insanlar vardır ki, öldürsen haram yemez. Nefsini öylesine eğitmiştir ki, canı pahasına harama sapmaz.
Bana 14 ciltlik Mevlana’nın Mesnevi eserini hediye eden, memleketin eşrafı Alim Zahit duayen bilge bir kişidir.
1970 yıllarında şöyle bir hatıra anlatmıştı. 1940 yıllarında dokumacılık yapıyor. 300-500 hanımı dokumada çalıştırmış. O zaman bu iş; büyük bir girişimcilik, aynı zamanda dokumacılık kooperatifi başkanıymış. Türkiye çapında başarı sağlanmış. Devrin bu işle ilgili bakanı Çorum’a geliyor. Bir merasimle bu başarı kutlanıyor. Hakkı abinin iradesi dışında bir mükemmel çilingir sofrası hazırlanıyor. Hakkı Bilal da bu ziyafete davet ediliyor. Rahmetli, “Oraya vardım ki, sofra hazırlanmış, içkiler masaya döşenmiş, buyur edilmiş. “Ömrümde içki içmedim ve içmemeye de büyük yeminliyim. Beni mazur görün. Adetim değil, dedim” diyor. Baan bey, “Efendim adetinizi bozabilirsiniz, bir seferden bir zarar olmaz” demiş. Bu başarının ana unsuru olarak sofraya oturması için şiddetli ısrar edilince, “Mesnevi’den alıp biraz evvel ifade ettiğim at-it konusunu anlattım ve dedim ki, ‘Efendim herkes kendi kabiliyeti doğrultusunda hareket eder. At et yemez, it ot yemez efendim. Hayvanlar böyle olduğu gibi, insanlardan da öyleleri vardır ki, atın et yemediği gibi o da haram yemez, içki içmez. İçki iki çeşitlidir. Birisinin sekri-ser hoş etme özelliği vardır. İçki gibi birisinde sekri görünmez. Haramlar gibi. Haramın sekrine günah derler efendim’ diyerek, gayet ariane bir izah yaptım. Elbette ki bakana saygı güzeldir, ama Allah’a itaat farzdır. Allah’a isyanda kula itaat yoktur. Sizi kutlarım. Başarınızın devamını dilerim demiş bakan” diye anlatmıştı.
“Tecrübe etmişler. Kil yemeye alşan bir insanın önüne bal ve kil koymuşlar. Balı bırakıp kili yemiş” derdi Hakkı abimiz.
Mevlana hazretleri Mesnevi’nin cilt 50.48-50.49 beyitlerinde bunları anlatır:
Cennette gıdalar maddi olarak görünse de manevidir. Ruhidir. Yani gıdanın yenmesi sonucu sıkıntı yoktur. Sıkışma, hastalık, şişmanlık, tuvalet, pis koku vs. yoktur. Onlar ancak bu fani alemin işidir. Yorulmak, ihtiyarlamak, lavabo ihtiyacı. Yani dünyevi nimetlerin hepsi mevcut cennette, ama sıkıntıları yoktur. R.SAV. efendimiz günler geçer bir şey yememiş. Nasıl dayanıyorsunuz dediklerinde, R.SAV. “Ben rabbimin indinde gecelerim. O beni yedirir, içirir. Siz benim gibi değilsiniz” Aslında insanda hem insaniyet, hem şeytaniyet hem de melekiyet sıfatları vardır. İnsan nefsine uyup şeytanlaşmayacak, günahtan kaçıp insaniyet sonra da melekleşir. Hatta melekten de üstün olur. Onun için tasavvufta riyazat-az yemek, az konuşmak, dinlemek, az uyumak esastır ki, buna gılletül taam gılletül menam, gılletül kelam denir ki, tasavvufun esasıdır.
R.SAV. efendimiz hendek kazarken (harp için) Allah’ın Ramazan günü günlerdir yemek yememiş. Yok çünkü. Düşman Medine’yi kuşatmış. Hendekte büyük bir kaya çıkıyor. Kimsenin bu kayayı çıkarmaya gücü yetmiyor. Külüğü eline alan R.SAV. kayayı tuzla buz ediyor. Bu Allah’ın mucizesidir, buyurmuştur.
Demek ki, herşeyin kaynağı Hz. Allah’tır. Mevlana hazretleri güneşin gıdası arşın nurudur, şeytanın gıdası arzın-buharındandır diyor. Birisi ulu, diğeri suflidir diyor.
Şehitler de kıyamete kadar manevi gıda ile beslenirler. Ali İmran Suresi Ayet 169-170 “Allah yolunda öldürülenleri sizler ölü sanmayın. Allah onları fazlı kereminden ihsan ettiği nimetleriyle yedirir, içirir, besler” buyuruyor.
Bu ayetteki yedirme-içirme tabak-çanakla olan yedirme değil. Ruhların nuru ile olan bir yedirmedir. R.SAV. efendimiz ve sahabileri çok az yerler. Günlerdir aç kalırlardı. Hatta R.SAV. efendimiz günde birkaç bardak su, çok az çeyrek ekmek gibi ekmekle insan bir ömür boyu yaşayabilir. Toklar acın halini bilmez. Aç kalın da açları halini anlayın. Midenizi tıka basa doldurmayın. Midenin bir bölümünü yemek, bir bölümünü su ile doldurun, bir bölümünü de hava doldurun. Bütün hastalıklar midenin ifsadından gelir buyurmuştur. (Hatta bu hadisin arapçası bana İmam Hatibi bitirme sınavında çıkmıştı.)
Netice: Ulu Allah’ın insana verdiği kabiliyetleri onun emri doğrultusunda hareket etmeli. Kötü huylardan en kısa zamanda sıyrılıp iyi huylarımızı devam ettirmeliyiz. Ulu Allah bu iradeyi bizlere vermiştir. Mühim olan bu iradeyi iyi yönde azimle kullanmak ve kurtuluşa ermektir. Hoşçakalın.
SÜRECEK