İnsanlar her zaman inandıklarını, gerek sözleriyle ve gerekse amelleriyle aynen dışarıya yansıtabilemezler. Kalpleri, niyetleri başka, işleri başkadır. Bazen de kasten sözü ayrı, özü ayrı olanlar da vardır. Sözün ve amelin kaynağı kalp ve beyin olduğu için, önemli olan kalptir. Bu konuda niyetler esastır. R.SAV. efendimiz “Müminin niyeti amelinden hayırlıdır” buyurmuştur. Çünkü, söze ve amele, işe riya, gösteriş karışabilir ama kalbe, niyete hile karışmaz. İman bile kalp için esastır. İman kalben tasdik, lisanen ikrardır. Bunun da aslı iman kalptedir.
Bir Müslümana baskı ve şiddetle küfrü söylettirebilirsiniz, ama kalbindeki imanı söküp alamazsınız. R.SAV.in en çok sevdiği yakını olan Üsame B.Zeyd bir harpte Müslümanım diyeni öldürmüş. R.SAV. “Ben Müslümanım diyeni niçin öldürdün?” diye sormuş. Üsame “O diliyle söyledi, kalbinden inanmadı” deyince, R.SAV. “Peki, kalbini yarıp baktın mı?” demiş ve ölen kişinin yakınlarına diyeti ödenmiştir. Bu husus R.SAV.e vahyen bildirilmiştir. Demek ki esas olan, lisandan çok kalptir. Onun için derler ki, gözler yalan söylemez. Çünkü, göz kalbe bağlıdır. Kalpten çıkan sevgi ve nefret gözden çıkar.
Bazı insanlar ağrı-sızı çekmelerine rağmen namazı oturarak kılmak istemez. Ayakta kılar. Eğilip kalkarken fazla ağrı nedeniyle ızdırap çeker ve Allahü Ekber diye eğilirken ‘vay anam’ diye bir ses te çıkarır. Dolayısıyla bu söz ağrı-sızı nedeni ile değil de, normalde söylense namaz bozulur. Ama irade dışı söylendiği için zaruret nedeni ile namaz bozulmaz. Bu müsbete, içtenliğe örnek. Bir de kötüye örnek. Yani samimi olmayan ibadete örnek; İki arkadaş namaz kılmak için bir camiye girmişler. Çok güzel giyimli biri, temiz ve ağır ağır namazını kılıyorken, o iki arkadaş onu kastederek “Şu zat ne güzel namaz kılıyor. Maşallah” demişler. Bu övgüyü duyan namaz kılan kişi, namazını bozup kendini seyredenlere hitaben, “Benim oruçlu oluğumu da bilmiyorsunuz” demiş. Şimdi bunlardan ağrı nedeni ile inleyen ah vah diye ses çıkararak namaz kılan mı, yoksa gösteriş için kılan mı daha makbuldür. İşte bunun birisinin adına ihlas-samimiyet, içtenlik, öbürüne riya-gösteriş ve boş iş denir. Onun içindir ki, ulu Allah cc. kehif suresi 110. ayetinde “Rabbine kavuşacağına inanan insan, salih amelde bulunur. Rabbine ibadetinde hiç kimseyi ortak etmez. Ancak Allah için ibadet eder” ki riya, gizli şirktir. Yani Allah’a ortak ve eş koşmadır.
Mevlana hazretleri, kalbin esas olduğunu beyana devam ediyor. Söz değil, kalp esastır.
“Çünkü kalp cevher, söz arazdır” Yani, kalp asıl, söz furuu tali iştir. Maksud olan kalptir, diyor. Araz daima cevhere tabidir. Cevherle arazı açıklamak gerekirse;
Cevher: Cisim demektir. Araz: ise ona sonradan arız olan şeydir.
Mesela, gülün çiçeği cevherdir. Kokusu ve rengi arazdır. İnsanın cevheri kalptir. Kur’an-ı Kerim’de Şuara suresi ayet 88-89 “Yevmela yenfeu malün vela benun illa men etellahe bi kalbin selim”
Kıyamet gününde mal da, çoluk çocuk da fayda vermez. Ancak temiz, kirlenmemiş kalple gelen fayda verir. Cürmünü muterif ol. Faata mağrur olma. Şair, “Yevmela yenfekide kalbi selim isterler” diyor. Hadis-i şerifte de cesette bir et parçası vardır ki, o salim olursa ceset salim ve salih olur. Haberiniz olsun ki işte bu kalptir. Fiziki olarak ta ruhen de kalp salim-sıhhatli-olursa beden de sıhhatli olur. Kalp, bedenin ve ruhun da motorudur. Kalbin en korkunç manevi hastalığı şek-şüphe ve riyadır. Kalp bal ise bunlar ise bala katılan zehir gibidirler.
İşte cenabı hakka el-ayak, göz-kulak atfederek dua eden çobana Hz. Musa karşı çıkıp onun yanlış yaptığını şeklen görüp çobanın kalbini göremediğinden, çobanı kınaması ve azarlaması çobanın kalbini kırmış ve yüce Allah’ı gücendirmiştir. Hz. Musa, bunu zahire bakarak yapmıştır. Bunun üzerine yüce Allah çobanın kalbinin temizliğini keşif ve vahiy ile Hz. Musa’ya bildirmiştir. Bunun üzerine Hz. Musa, kendinden kaç kere geçer, bayılır. Bundan sonra asla görünene bakarak zanna kapılmayacağım der. (Mesnevi 5728. beyit)
Musa A.S. haktan bu itabı işitince hakikat kalbine ilka oldu. Kalbini kırdığı çobanı aramaya başladı. Kalbi öylesine aydınlandı ki, dağda çobanı ararken, hangi ayak izinin çobana ait olduğunu farkedebiliyordu. Çobanın yüceliğini Allah katındaki değerini anlamış, aşk ve sevda ile çobana kavuşmak için çırpınıyordu. Nihayet çobanı buldu. Müjdemi ver ey çoban, senin için Allah tarafından ruhsat verildi. Sen Allah’a nasıl istersen, gönlün ne isterse onu söyle. Senin söylediğini ben küfür sanıyordum. Meğer ki dinmiş. Senin ihlasın kainata eman oldu.
Ey dilediğini yapan Allah’ın muafı, korkma sen kalbini saf –arınmış- tuttukça sözün ne olursa olsun söyle dedi.
Çoban Musa A.S.’e ben o cezbe halini geçtim. Ya Musa sen bana bir kamçı vurdun. Benim atım sıçradı ve felekleri geçti. Şimdi benim halim sözle ifade edilemez.
Şimdi Mevlana hazretlerinin bu hikayesinden çıkarabileceğimiz hisse, insanların zahiri hallerine göre bakıp da en azından onları kötülememeliyiz. Onlara hor bakmamalı, hoşgörülü olmalıyız. Bundan bir zarar gelmez. Ancak insanları peşin hükümlerle yargısız infaza kalkışırsak ve sonunda yanılırsak, büyük bir hata yapmış, suç işlemiş ve günaha girmiş oluruz. Maddi pisliğin izalesi su ile olur. Manevi pisliklerin temizliği ise tevbe, hakkı iade ve o bataklığa bir daha yaklaşmamakla olur. Sureyi Bakara 222. ayetinde;
“Muhakkak ki ulu Allah, günah işleyip sonra pişman olup yürekten tevbe edenleri, tevbeleri ile günahlarını silenleri kesin sever” buyuruyor. İnsanın zihninden geçenler işlenmedikçe günah sayılmaz. Ancak sen yine de ondan tevbe et, şeytana uyma. Hiç kimseyi kötü sayma. Yüzünü daima göğe doğrult. Yere toprağa bakma. Otlara bak, yere bakan boynunu yere eğmiş otlar çabuk kurur. Göğe yönelmiş otlar boy atarlar.
Mesnevi şerhi 7.cilt. Sh.548-580.
SÜRECEK