Hz. Mevlana’nın Mesnevi’sinin ilk beyiti, ney’in acıklı sesini dinle, onun acıklı hikayesini anla, diye başlıyor. Ney’in, kamışlıktan sökülüp, kurutulup, bağrına delikler açılıp ne halden ne hale geldiğini ney olup dertlerini kendi dilince insanlara nasıl anlattığını dinle, demektedir ve böylece insanın da nereden nasıl geldiğini, niçin yaratıldığını, nereye, niçin ve nasıl gideceğini, geleceğinin nasıl olması gerektiğini düşünerek hayatına nizam ve intizam vermesinin gereğini ifade ediyor.
İlim öğrenme yolları çeşitlidir. Okuyarak, dinleyerek, görerek, işiterek öğrenilir ve istisnai olarak ilmi mevhibe hak vergisi ve özellikle de vahiy ve ilham yoluyla, vasıtalı, cebraille, vasıtasız direkt kalbe ilham yoluyla ulu Allah’ın bildirdiği bilgilerle insanlar ilim ve bilgi sahibi olurlar.
Mevlana hazretleri hemen Mesnevi’nin başında öğrenmenin önemini anlatarak, dinlemenin lüzumunu vurguluyor (Bişnev). Dinle emri ile başlayan 18 beyitte; Dinlemenin nasıl faydalı olacağını beyan ediyor. Gerçek şudur ki, söz söyleme sanatı zor bir iştir. Boğaz kırk boğumludur. Söz oradan süzülerek ve denetlenerek ağıza gelir. Mamul madde gibi ağızdan çıkar. İnsanın kalitesi sözünde gizlidir. Kimisi hikmet söyler, kimisi de şehvet. İkisi de sözdür. Birisi azdırır, öbürü düşündürür. Onun için söz söyleme bir sanattır denmiştir. “Söz vardır bitirir işi, söz vardır kestirir başı” çok önemli bir uyarıdır. Çünkü söz yaydan çıkan ok veya silahtan çıkan kurşun gibidir. Geri dönüşü yoktur. Ya hedefi vurur, veya en az başa gider. Buna rağmen sükut ve dinlemek söylemeye karşı daha kolay ve zararsızdır. Ama insanın çok iyi bildiği bir konuda konuşmayıp susması daha zor ve üstün bir sanattır. Onun için “söz gümüşse, sükut altındır” denmiştir.
Medeni dünyanın konuşma sanatında üstat olarak bilinen Çiçero, Roma’da önceleri kekeme iken büyük bir azimle ağzına çakıl taşlarını alıp onları ovalayarak dilindeki rekaketi yok ediyor. Büyük bir hatip oluyor. İtalyan Roma millet meclisine hitabet, konuşma üstadı olarak heykeli dikiliyor. İşte bu kişi bu kadar zorluklarla elde ettiği ve sahasında tek olduğu halde susmanın konuşmaktan daha zor bir iş olduğunu söylemiştir.
Mevlana hazretleri de dinlemenin önemine işaret eder, şöyle diyor: “Dinlemeyen öğrenemez, öğrenmeyen anlayamaz. Tasavvufun ana temeli-sohbeti sükut ve dikkatle dinlemek, üstadın hareketlerini kalbine nakşetmektir. Dinlemenin aracı kulaktır. Sözü söyleyen Fem’i Muhsin: Güzel ağız olacağı gibi, sözü dinleyen kulak da sağlam dinleyecek. Bilgileri kalbe ve beyne tam olarak iletecektir. Onun içindir ki, Hz. Allah Musa A.S.’e hitaben Taha Suresi 13. Ayetinde “Festemığ lıma Yûhâ” Yani “(Ya Musa) şimdi sana vahyedeceğimi iyi dinle” diye emirle söylemektedir.
Görmek için göz, işitmek için kulak, hissetmek için kalp, anlamak için beyin ve akıl esastır. Kur’an dinlemenin önemini, dinlememenin felaketini Hz. Nuh ve kavminden misal veriyor. Malumdur ki, Hz. Nuh A.S. ayetle bildirildiğine göre 950 kavmine rehberlik ve önderlik, yani peygamberlik yapmış ama onlardan çok azı iman etmiştir ve büyük bir tufanla boğularak helak olmuşlardır.
İşte buna işaret eden ayetler
Nuh Suresi, Ayet 7, Sh. 569.
Hz. Nuh kavmine gece-gündüz ölümüne öğüt veriyor. Onları imana davet ediyordu. Ama onlar, parmaklarını kulaklarına tıkayıp elbiselerine bürünüp gerçeği dinlemekten kaçıyorlardı. Kibire kapılmışlardır. Ulu Allah yüz yıllar süren çabalara kulak asmayan bu milleti “fe e hazehümaüttüfanü vehüm zalimün” “o zalimleri tufanla boğuverdik” buyurmuştur. Yine dinlemenin, anlamanın değerine işaretle Hz. Muhammed S.A.V.’e Ulu Allah Araf Suresi, 204. Ayetinde şöyle buyurur: “Kur’an okunduğunda onu dinleyin, sükut edin ki, (Allah’ın rahmetiyle) esirgenmiş olasınız”. Burada Kur’an’ın sadece savtını-sesi ve lafzını değil, en derin manalarını düşünerek dinlemektir. Yoksa bir kulağından girip öbür kulağından çıkıp gittiyse o dinlemek değildir. Özellikle Arapça olan Kur’an ayetlerini okuduktan sonra ifade ettiği manayı enginliğini düşünerek Türkçe mealini de vermek zorunludur. Bu ise ilimle olur. En azından mealini okumakla temin edilir. Yoksa kimse birşey anlayamaz. O bakımdan okumaktan maksat anlamak, anlamaktan maksat onunla amel etmek hareket etmektir. İşte hangi söz, hatta saz bile dinlemeden anlaşılmaz. İlla ki duyduğunu, işittiğini iyi duyacak ve işitecektir.
Dinlemek, işitmek için bir yerden bir ses söz gelmesi gerekir. İşte Kur’an zariyat suresi 55. ayetinde faydalı bilgileri işitmeli diyor “(Ey Resulüm) sen Kur’an’ı onlara oku-anlat-zikret. Çünkü şüphesiz öğüt müminlere fayda sağlar” buyurmuştur. Dinleme ile ilgili bir husus daha var ki, o da şudur:
Öğrenmek için dinlemeye arzu olmalıdır. İhtiyaç duyulmalıdır. Tok bir adama açlıktan, ayaklarını ağustos sıcağında suya sokmuş, kana kana su içmiş bir insana susuzluktan söz etmek beyhude çene çalmak, boşuna lakırdı söylemek, taşa söz geçirmeye çalışmak kadar boştur. Tok acın halinden bilmez diye bir söz de vardır. “İltica etmeyesin biderde keşfi hal etmiyesin biderde” yani senin derdinle dertlenmemiş, anlayışsın insanlara dredini açma çünkü anlamazlar diyor. Hani eşekten düşen gelsin bana demiş Nasrettin Hoca, aynı derdi çeken gelsin demiş, “çeken bilir ayrılığın derdini” derler. Onun için her şey bir ihtiyaçtan doğar. Büyüklerimiz “Marifet iltifata tabidir. Müşterisiz mal zayidir” demişler. Yani, pazara götürülen mal satılmazsa tekrar tekrar çıkarılsa yine satılmazsa bir daha mal pazara çıkarılmaz. İlla da müşteri olacak. İşte dinleyici olmasa 10 bin kişilik boş salonda saatlerce konuşsan kime fayda. “Belki meleklere” demişlerdir. Arif öyle söylemiş. Tabiatı doğayı çok seviyorum, bakmaya doyamıyorum. Neden çok seviyorsun demişler, “Tabiat bana hakkı hatırlatıyor. Çünkü onun eseri, levhaya baktım. Ressamı özlüyorum” diyor.
Bir husus daha vardır dinlemede;
Dinleyenler söyleneni kendi kabiliyeti ve anlayışı nispetinde kavrar. Kimisi kaz der o da koz anlar, birisi melek der öbürü kelek anlar. Bu, ya kasten, veya sehven, hataen olur. Örneğin, “Bir düğünde çalınan davul sesine kimisi zille oynar, kimisi de sema (mesnevi ayini) yapar. Abid oynar zahit ağlar. Mevlana hazretleri böyle bir düğünde dönmeye başlıyor. Ama Allah Allah diye dönüyor. Davulun sesini birisi yallah yallah, o da Ya Allah demektir ama öbürü Allah Allah anlıyor. Bu söz de Mevlana’nındır.
Cafer-i Sadık hazretleri ki, 12 İmam efendimizdendir. “Allah kullarına kelamı-sözü ile tecelli etmiştir. Lakin insanlarda kalp gözü olmadığından göremiyorlar.” demiştir. Yani anlamak dinlemenin adaletidir. İşte insanları söz ve hareketlerinden dolayı taan etmek kınanak veya hoşgörmek de, işte bu anlayıştan ileri geliyor. Konuşanı aşkla dinlersek ona aşık oluruz. “Aşk sevginin ağrısıdır” derler. Allah da Kur’an’da bakara 165, “müminler Allah’ı sonsuz aşkla severler ve Kur’an’ı öyle dinlerler”. Hz. Züleyha da Hz. Yusuf’u görüp dinleyerek aşık oldu. Yusuf Suresi 30. ayette, “Yusuf’un aşkı Züleyha’nın kalbini bir zar gibi sardı” buyuruluyor.
Bütün dinletiler önemlidir. Söz, saz, ses, müzik, vaaz, nasihat hepsi iyi dinlemekle elde edilir. “Müzik ruhun gıdasıdır” müzikten hoşlanmayan yoktur. Hayvanlar, hatta nebat çiçek, ağaçlar bile müzikten gıda alırlar. Hatta müzikten hoşlanmayana odun demek ağaca hakarettir. Çünkü ağaç bile müzikle daha çabuk gelişmektedir. Ruhi hastalar müzikle iyileşmektedir. Dinleme ile.
Son söz: Dilin, sözün en iyi müşterisi kulaktır” Hz.Mevlana.
Dinlemenin önemini anlattıktan sonra başka bir konuya geçelim…
SÜRECEK