Bütün dinlerin, özellikle yüce İslam dinimizin özü, ana esası Allah’ın varlığı, birliği, sonsuz kuvvet ve kudret sahibi olduğuna, onun peygamberine ve ahiret gününe ve hesaba olan imandır.
Bu iman ki, her türlü iyiliğin başıdır. Çünkü, iğneden ipliğe ahirette ince bir hesaba çekileceğine inancı olan bir insanın elini harama uzatması düşünülemez. Allah’ın emirlerine sırt çevirmesi R.S.A.V.in tavsiyelerine gözlerini kapaması mümkün olamaz.
Allah’a ve ahiret gününe inanç, en feyizli ve bereketli, kuvvetli bir esastır. Çünkü, yüce Allah’ın kudret ve azametini hatırından çıkarmayan insan, nerede, ne zaman, nasıl bir durumda olursa olsun Ulu Allah’ın kendisini gördüğünü, damarlarındakini, kalbini en iyi bildiğinin şuuruna varan bir kişi kötülük yapamaz, yalan söyleyemez, yalan yere yemin edemez. Böyleleri herkese karşı iyilik yaparlar. İbadetlerini aksatmaz, her türlü muamelelerinde ok gibi doğru olurlar. Hiç kimseyi kandırmazlar, yani bütün kötülüklerden uzak kalırlar, bütün iyiliklerin yanında olurlar.
Peki, bugün Müslümanlar, Allah’a ve Resulüne sonsuz iman ederek en yüksek şerefe erenler bu günün ortamında, bütün Müslüman milletler, yukarıda sayılan kötülüklerden salim midirler? Bu suale evet demek elbette kolay değildir. Peki neden Müslümanlar inandıkları gibi yaşamıyorlar? Çünkü, büyük bir iman zaafı var. İnanç erozyonu var. Zayıf iman insanı kötülüklerden koruyamıyor. Yüce Allah Kur’an’da Ankebüt Suresi 45. Ayetinde; “... Namazı dosdoğru kıl. Muhakkak ki namaz insanı hayasızlıktan ve bütün kötülüklerden korur” buyuruyor.
Peki, neden müminleri korumuyor. İman zaafı ve namazın hakkıyle ifa edilmediğindendir. Elbette ki, bütün müminler böyle değildir. Birçoklarını koruyor. Hz. Ali R.A.ı koruyor. Namaza durduğunda ayak bileğine saplanan ok demirini çıkarıyorlar da farkında bile olmuyor. Bu mübarek insanı namaz koruyor. Elbette ki hepimiz Hz. Ali olamayız. Ama onun gibi olmaya özenmeli değil miyiz?
R.S.A.V. efendimiz: “Allah’a ve ahiret gününe iman eden kimse komşusuna eza ve cefa etmesin. Misafirine ikram etsin. Hayır söylesin. Yahut sussun” buyuruyor ve ahiret sorumluluğunu hatırlatıyor. Her hareket ve söz bir sorumluluk doğurur.
Bütün iyiliklerin her türlü güzelliklerin kaynağı Allah’a ve ahiret gününe iman olduğu gibi, insanın hakiki saadeti de Allah’a bağlanmakta, ona itaat ve ibadet etmekte tecelli eder. Çünkü, kalbin şu dünya hayatında uğradığı sıkıntılardan, sığınacağı ve dayanacağı tek yer, tek çare Allah tealadır. Zaten Kur’an’da da bu hususta; “Kalpler ancak Allah’ı anmakla, ona sığınmakla mutmain olur. Huzur bulur” buyuruluyor.
Amellerimiz ahlak ve faziletli hareketlerimiz imanı güçlendirir, (döner dolap gibi) güçlü imanla güçlü ameli destekler. İbadetleri çoğaltır ve insana giydirilmiş bir zırh gibi onu bütün kötülüklerden korur. Onun için, İslamın çağırdığı iman kadar ruhu yükselten, insanı layık olduğu seviyeye ulaştıran bir akide -yol- yoktur.