Dünkü yazımın sonunu “Peki, bu konu neden birden gündeme geldi ya da neden getirildi?” diye bağlamıştım.

Önce liderler ne demiş, bir bakalım.

Muhalefet cephesinde:

CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu: “Adına ne denirse densin bunun adı Kürt sorunudur” demişti.

Nitekim CHP 1989, 1999, 2001, 2012, 2013, 2014, 2015 yıllarında “Kürt Sorunu” adıyla ya da çözüm sürecine katkı olmak amacıyla raporlar hazırlamıştı.

İYİ Parti Genel Başkanı Akşener: “İYİ Parti’yi, iki yumruk arasına sıkıştırılan, bu vatanın has evladı Kürtler kurdu, Zazalar kurdu” dedi.

Saadet Partisi Genel Başkanı Karamollaoğlu: “Bugün en ciddi siyasi problemimiz olan Kürt sorununda çözümün adresi bellidir, meclistir” dedi.

Gelecek Partisi Genel Başkanı Davutoğlu: “Kürt sorunu, ülkemizdeki demokratik hakların eksikliğinden, bu eksikliğin istismar edilmesinden kaynaklanmıştır” dedi.

DEVA Partisi Genel Başkanı Babacan: “Kürt sorunu vardır ve çözümün adresi siyasettir” dedi.

Memleket Partisi Genel Başkanı Muharrem İnce: “Kürt sorununu biz çözeceğiz. Kürt sorununu polisiye tedbirlerle değil demokrasi ile özgürlüklerle çözeceğiz” dedi.

HDP’ye göre ise bu sorun zaten var demekti.

* * *

İktidar cephesinde ise:

Cumhurbaşkanı Erdoğan: “Kürt sorunu yoktur; Kürt kardeşlerimin sorunları vardır. Türkiye'de böyle bir sorun yok. Biz bu işi çoktan çözdük, aştık, bitirdik” dedi.

MHP Genel Başkanı Bahçeli: “Türkiye'de 'Kürt sorunu' diye bir sorun yoktur” dedi.

BBP Genel Başkanı Destici: “Türkiye'de 'Kürt sorunu' diye bir sorun yok ki” dedi.

Görülen o ki, iktidar cephesi “Kürt sorunu yoktur” diyor, muhalefet cephesi “Kürt sorunu vardır” diyor.

Yani bugün için siyasetin konuya bakışı özet olarak böyle…

iktidar partisi AKP, 2009 yılında bir açılım başlatmıştı, analar ağlamasın demişti. Adına “Kürt Açılımı” denilmiş, “Demokratik Açılım” denilmiş, “Milli Birlik ve Beraberlik Projesi” denilmişti. 2014'te ise “Çözüm Süreci” denildi.

* * *

Ve “Çözüm Süreci” içinde adım adım önemli mesafe alındı:

-Kürtçe kanal açılamazdı, açıldı.

-Kürtçe kaset yapılamazdı, yapıldı.

-Kürtçe türkü söylenemezdi, söylendi.

-Kürt sorunu tanınmazdı, tanındı.

Ve de Mardin Artuklu Üniversitesi’nde Kürt Dili Kürsüsü açıldı.

Devam edelim...

-Kürtçe serbest olarak konuşulur oldu.

-Kürtçe film yapılır oldu.

-Kürt dili bölümü açılır oldu.

-Kürtçe kuran yazılır, Kürtçe Mevlit okunur oldu.

-Kürtçe kurslar açılır, Kürtçe seçmeli ders oldu.

-Kürt hareketinin temsilcileri ile görüşülür oldu.

* * *

İşte bu kültürel taleplerin gerçekleşmiş olmasına karşın, “Kürt Sorunu” vardır-yoktur tartışılıyor ise bu ülkede daha derinlerde bir sorun var demektir.

Nitekim Turgut Özal, Kürt meselesini çözmeyi, Türkiye’nin büyümesinin ve bölgesel bir güç merkezi olmasının anahtarı olarak görmüştü.

Süleyman Demirel, 8 Aralık 1991’de Diyarbakır konuşmasında “Türkiye, Kürt gerçeğini tanımıştır” demişti.

Abdullah Gül ise “Türkiye, ya kendi sorunu olan bu meseleyi çözecek ya da sorun başkaları tarafından çözülecektir” demişti.

Evet, sorun bugünlerde yeniden gündeme getirilip çözülmesi dillendiriliyor ise toplumun anlayacağı bir dille açıklanabilmelidir.

Ve bu sorun, terörün gölgesine hapsedilmemelidir.

Bugün özellikle bilmeliyiz ki:

Kürt nüfusun yaşadığı bölge bir Osmanlı coğrafyası idi. Emperyal İngiliz politikası bu coğrafyayı dörde bölmüş ve dört ülkeye paylaştırmıştı.

İşte bu paylaşımın, er ya da geç ilgili ülkelerin hem iç hem de bölge sorunu olacağı görülebilmeli, bir politika geliştirilebilmeliydi.

Ne yazık ki, başkaldırılar bastırıldı ama farklı kimliklerle birlikte yaşamanın koşulları oluşturulmadı, oluşturulamadı.

Yani sorun budur.

Ama bugün Kürt sorununu konuşmaktan amaç, “2023 seçimlerinin ayak sesleri duyulurken, siyasi partiler Kürt oylarının peşine düşmüş” görüntüsü vermemek olmalıdır.

Çünkü görüntü budur ve de böyle bir görüntü verilmiştir.