Bugün, 15 Temmuz darbe kalkışmasının üçüncü yıldönümü...

Bugüne kadar çok şeyler söylendi. Kimi darbe dedi. Kimi düzenlenmiş bir senaryo dedi. Kimi de kontrollü bir darbe dedi.

Peki, ne idi 15 Temmuz?

TRT Ankara Radyosu'ndan "Cumhurbaşkanı gaflet, dalalet, hatta hıyanet içinde..." diye başlayan, "Yurtta Sulh Konseyi yönetime el koydu" denilen kanlı bir kalkışma idi.

Yani başında bir Mehdi'nin bulunduğu "FETÖ" denilen bir cemaatin, devleti ele geçirme projesi idi.

Daha da vahimi:

-Cumhuriyetçi, Kemalist ve laik değerlerle donatılmış bir kısım ordu mensuplarının;

-Cumhuriyetçi, Kemalist ve laik değerlerle donatılmış bir kısım yargı mensuplarının;

Ve de cumhuriyetçi, Kemalist ve laik değerlerle donatılmış bir kısım akademi mensuplarının, ettiği yemini unutup kendini Mehdi sanan bir kişiye biat etmesi ile...

Özellikle de bu ülkenin bir kısım yarbayları, albayları ve generallerinin, bir Mehdi'nin talimatlarına uyup, kendi halkına silah çekip, bu ülkenin meclisini bombalaması ile...

Yani tüm bu olguların ete kemiğe bürünüp, cemaat diye görünüp, İslam'ı Siyonizm'in ve emperyalizmin hizmetine sunması ile yaşanan kanlı bir kalkışma idi 15 Temmuz.

***

Öyle bir cemaat ki:

-Devletin damarlarından beslenmiş; devletin sinir uçlarına yerleşmiş...

-Verilen ifadelere bakılırsa orduyu teslim alacak kadar güçlenmiş...

-Hem Ortadoğu'yu kana bulayan ABD'nin himayesinde hem de CİA tarafından kollanan...

Ve de uluslararası siyaset bilimcilerine göre, küresel bir projenin İslam dünyasındaki kurumu olan bir cemaat.

Evet, Türkiye böyle bir cemaatin kanlı kalkışmasıyla 15 Temmuz'da 2016 günü, ilk kez Cumhuriyet karşıtı büyük bir tehlike yaşamış ve bir tehlikenin eşiğinden dönmüş idi.

***

İşte bu nedenlerle, herhalde şu soruları bir sormak gerekir:

-Nasıl olur da orduyu, yargıyı, emniyeti, bürokrasiyi, eğitimi ve de istihbaratı teslim alacak kadar güçlenir bu cemaat?

-Ve de nasıl olur da devleti teslim alacak bir kalkışma yapabilir bu cemaat?

Evet, nasıl olur ve de nasıl olabilir?

Oysaki cevap bellidir...

Çünkü bu ülkede bir Mehdi yaratıldı! Ve de bu Mehdi'yi biz yarattık beyler!

-Bir Amerikan projesi olan "yeşil kuşak projesi" ile...

-Laiklik ve Cumhuriyet karşıtı itirazları görmeyerek ve duymayarak...

Yani Batılı Küresel Güçler tarafından "kâinatın imamı" olarak sunulan bu Mehdi'yi biz yarattık, biz besledik, biz büyüttük beyler!

***

Hiç eveleme geveleme de yapmayalım beyler!

-Her darbede olduğu gibi 12 Eylül 1980'de Atatürk adına yönetime el koyanlar...

-O günden bu güne bu ülkeyi yöneten hükümetler, başbakanlar, Tansu Çiller'ler, Mesut Yılmaz'lar...

-O günlerde bu Mehdi'ye saygılarını sunan Kenan Evren, Turgut Özal, Süleyman Demirel, Abdullah Gül, Tayip Erdoğan'lar...

-Çankaya'da bir hukuk danışmanı gibi oturup, yetkilerini elçilerin güven mektubunu almaktan ibaret sanıp, ülkedeki gidişi odasından seyreden Ahmet Necdet Sezer'ler...

Özet olarak ifade edilirse; bir aydınlanma süreci yaşamamış bu toplumda, gücünü ya bir cemaatten ya da silahlı güçten almaya yönelmiş tüm siyasetler...

Kendini Mehdi sanan bu kimliğin yaratılmasında hepsi suç ortağıdır beyler!

***

Evet, sonuç olarak diyebiliriz ki:

-Özellikle de Ergenekon ve Balyoz gibi davalarla ordunun kurmay takımı temizlenir, cemaat mensubu subayların önü açılır ise...

-Devleti yönetenlerin kulağı, uyarı yapan yazarları ve uyarı yapan basını duymaz ise...

-Devleti yönetenlerin gözü, ayak sesleri gelen tehlikeyi görmez ise...

Ve de:

-Orduda, yargıda, emniyette, eğitimde, üniversitede, bürokraside ve belediyede, yani genelde devletin tüm yapısında cemaatçi kadrolaşmaya karşı yapılan uyarılar dinlenmez ise...

-Daha da ötesi, "Ne istediler de vermedik" diyecek kadar devlet paylaşılır ise...

Olacağı bu idi beyler!

Bu tehlike her zaman vardır ve de gücünü, küresel güçlerden alan böyle bir tehlike henüz ötelenmiş de değildir.

Peki, 15 Temmuz kalkışması için kimler ne dedi, ne demişlerdi?