-4-

Peygamberin mucizesi haktır, evliyanın kerameti haktır. Peygamberin mucizesi umuma delil olurken, evliyanın kerameti umuma delil olamaz. Yanılgı dediğimiz, akıl tutulması dediğimiz olay, insanların İslam’ın itikat esaslarını hiçe sayarak yüce kişi olduğuna inandıkları insanlara insanüstü güçler yükleyerek onların sözlerine Allah’ın emri gibi tabi olmaları, felaketin başladığı gündür. Bu konuda söylenmiş gerçek bir söz vardır: “Şeyh uçmaz, mürit uçurur.”
Mürit, tasavvufta, tasavvufun en alt derecesinde olan müntesibine denir. Mürit, şeyhte görmeyi arzu ettiği fizik ötesi olayları şeyhe yükleyerek, olmuş gibi reklamını yapar, şeyhi uçurur. Örneğin, uçuyor, kaçıyor, bir anda her tarafta görünebiliyor. Şeyhlerin yardımıyla arabalar tekersiz gidebiliyor gibi akıl almaz, mantık ermez işler, toplumda az da olsa mevcuttur. Bunlara inanarak hayatımızı dizayn etmek mümkün değildir. Elbette ki İslam’da keramet kavramı vardır. Ama fırında satılan ekmek gibi herkesin erişebileceği bir iş değildir. Hele yüce kişiler, Allah dostları, bu hareketlerden şiddetle kaçınmışlardır. Çünki Allah korusun, Müslümanı dinden çıkarır. Bu kerametleri gösterdiğini iddia edenler varsa, bunlar kendilerini Hıristiyan papazları gibi Allah c.c. ve kul arasında aracı konumuna düşürürler ki bu da küfürdür.
Bu FETÖ/PDY olayında da aşağı tabakada bulunan mensuplarının yanılgıları, ileri seviyedeki örgüt üyelerinin ise aldıkları eğitim doğrultusunda bu sistemin esiri oldukları, İslam’ın açık inanç sistemini gözardı ederek akıl tutulmasına maruz kaldıkları düşünülmekte. Bu beladan kurtulmak için Allah’ın insana ihsan ettiği en büyük nimet olan akıllarını kullanmaları gerekir. Daima aklımızı kullanmamız icap etmektedir. Peşine düştüğümüz kişilerin sıfatları, unvanları, hatta ilmi kariyerleri ve görünümleri ne olursa olsun, daha iyi bir insan olmak, Allah’ın rızasını kazanmak, dine hizmet etmek gibi iyi amaçlarla onlara tabi olacağımızda özellikle Kur’an esasına, Allaeh inancına, R.S.A.V.’nin nezih yaşantısına uyulduğunu görmedikçe, aklımızla bunları tartmadıkça onlara uymamamız gerekir. Velev ki yanıldığımızı anladığımız anda hemen tevbe ile geri dönmemiz çok önemlidir.
Yoksa 15 Temmuz kanlı darbe girişiminden sonra ortalığın korkunç durumunu, halkın bu hainler yüzünden nasıl tedirgin olduğunu, herkesin bu melanet bana da bulaşır mı korkusu ile dalda kurumuş yaprak gibi titrediklerini görüp bilenler olarak, karanlık örgütlere, dini-din dışı olsun hiçbir oluşuma akıl ve mantığımızı kullanmadan tabi olmamamızın farz olduğunu anlamamız gerekir. Hele de Allah korusun bu korkunç olayın arkasında, bu kutsal vatanı, Sevr düşüncesini hortlatarak işgal etmek gibi sinsi, mel’un, hain bir planın olması, bu şerefsizlere bilerek veya bilmeyerek iştirak eden hain iç düşmanların yardım etmesi, bunu da yüce dinimizi kullanarak yapmış olmaları, insanlığa, iz’ana, insafa, vicdana asla sığmayan bir durumdur.
15 Temmuz’dan sonra, 7’den 77’ye bu gibi oluşumlara karşı son derece dikkatli olmamız, çocuklarımızı, gençlerimizi ve yetişkinlerimizi bu konuda devamlı uyanık olmaya yöneltmemiz lazımdır.
Din, iman adına ortaya çıkan insanları, Cebrailmiş gibi havada uçarken görsek bile Kur’an’a uyuyor mu diye sorgulamadan ret ve kabul yönünde bir hareket yapmamalıyız. İlim, fen ve teknolojinin, iletişimin doruğa ulaştığı zamanımızda, akıl ve mantık nimetini torbaya koyup, ağzını bağlayıp körü körüne dipsiz-doruksuz fikirlerin peşine düşmenin, bizleri fert, aile ve toplum olarak ne hale getirdiğini, getirebildiğini gördükten sonra, bin düşünüp bir hareket etmemizin ne kadar önemli olduğu anlaşılmış olmaktadır.
‘Her şerde bir hayır vardır, olabilir’ genel kuralına göre bu feci olay bizlere ders olur da aklımızı başımıza alırız inşallah. Yaraları en kısa zamanda sarar, birlik ve beraberliğimizi korur, siyasi düşünce, mezhep, meşrep düşüncelerini bir kenara bırakıp, öteleme ve iteleme yanlışına düşmeden huzur ve güvenle ileriye yönelik atılımlarla muasır medeniyet dedikleri hedefleri yakalarız. Zafer inananların, birlik, beraberlik ve barış içinde çalışanlarındır.
Sivil toplum kuruluşlarının en etkinlerinden olan cemiyet-cemaat-tasavvuf-tarikat-cemevleri gibi teşkilatların 1923’ten sonra tekke ve zaviyelerin kapatılması ile ortaya çıkan boşluklar illegal olarak doldurulmuştur. Tarihsel bir gerçek olarak varlıklarını sürdürmektedirler. OHAL fırsatı ile belki de bunlara dair hukuki düzenlemeler yapılabilir diye düşünüyorum. Bu oluşumlar toplumun sivil dinamikleridir. Kapatmakla, yasaklamakla yok olmuyorlar. Bunlara hukuki bir statü getirip işin özüne, herkesin hür iradesine dokunmadan bu kuruluşları ehil ellere teslim etmek, gözetlenebilir, denetlenebilir, açık, şeffaf, dışarıdan görünür bir şekle getirilmesi, halkımızın bilinçsiz olarak bu oluşumların içine girmeleri yerine, devletin resmi müsaadesi ile rahatça oralarda bulunmaları sağlanmalıdır.
Diyanet İşleri Başkanlığı bir asra yakındır bu millete, bu devlete hizmet etmektedir. Her türlü denetime ve gözetime açık, devletin resmi bir kurumudur. Bu yüzden hiçbir gayri meşru işin içinde olmamıştır. Diyanet İşleri Başkanlığı, Mustafa Kemal Atatürk’ün cumhuriyetle bize bıraktığı bir emanettir. Özel dini nitelikli kuruluşların teşkilatlanmasında ve gerçek din bilgilerinin sunulmasında, bunca ilahiyat fakültelerinin, akademisyenlerin katkılarıyla dini literatürde, asgari müşterekte birleşerek büyük katkı sağlamaları mümkündür. Böylece her önüne gelen ehliyetsiz, liyakatsiz, hele hele sadakatsiz insanların tarikat, tasavvuf, cemiyet, cemaat gibi bu milletin ve memleketin gerçeği olan ciddi konularda yer almaları ile, içine düştüğümüz korkunç darbe ve benzeri olaylar önlenmiş olur diye düşünüyorum.
Elbette ki bunlar kolay işler değildir. Ama iktidarı-muhalefeti bir araya gelmişken, bu işlerin tahakkuku zor da değildir, mümkündür. Yoksa gayrı meşru oluşumları devam ettiren dini sivil toplum kuruluşları, dini kuruluş mudur, yoksa bu görünümde ticari bir teşkilat mıdır, yerine göre siyasi amaçlı mıdır, bunların statüleri resmen belirlenerek bu gönüllü dini kuruluşlar topluma kazandırılmalıdır. Böylece, buraya mensubiyeti olan insanlar da korka korka, ürke ürke bir yaşantı içinde olmaktan kurtulur. Ben falanca tasavvufi teşkilatın resmi üyesiyim, kanunun verdiği inanç hürriyetimi hür irademle kullanıyorum diyebilmeli ve yeri gelince bu sorumluluğunun hesabını verebilmelidir.
Böyle zaman zaman ortaya çıkan “Ben Mehdi’yim, Mesih’im, şeyhim, meşayihim, efendiyim, liderim” diyen kişilere fırsat verilmemiş olur. Sanıyorum büyük çapta bu felaketler önlenmiş olur.
Bu asil millete bir daha bu acıları yaşatmasın. Başımızın baş belası olan terörün her çeşidini yok etsin. İnsanımızı ve insanlığı bu beladan en kısa zamanda kurtarsın, acılarımızı dindirsin.
Bu vesile ile son günlerde Güneydoğu’da gerçekleşen melun, hain terör olaylarını lanetliyor, bütün şehitlerimizle birlikte Gaziantep şehitlerine Allah’tan rahmet, milletimize ve acılı ailelerine içten başsağlığı temennilerimi iletirken, cümlemize sabırlar, metanetler diliyorum.