“Hey gidi günler hey!” dedi. “Bir gün İzmir’de babanla birlikte “İşçi Pazarı”ndayız. Bir adam geldi yanımıza. Kuru bir ağaç kestirecekmiş.

“Keser misiniz?” diye sordu Arif Ağa’ya.

“Keseriz.” dedi o da.

Pazarı kaldığımız yere yakın. Arif Ağa bekledi. Ben hemen koşarak hana vardım. Baltalarla birlikte hızarı alıp getirdim. Adam bizi aldı götürdü bir eve. Koca bir ağaç vardı evinin avlusunda. Ama ne yazık ki kurumuştu. Onu keseceğimizi söyledi. Yelpaze gibi açılmış dallarıyla tüm avluyu kaplıyordu.

Adam:

“Çevresine zarar vermeden devireceksiniz. Sonra da sobalık odun yapacaksınız,” dedi.

“Tamam!” dedi Arif Ağa. Pazarlığını yaptı, Anlaştık.

Bana da:

“Şöyle yapacağız, böyle edeceğiz. Alnımızın akıyla bu işi kotaracağız. Hadi bakalım Musa,” dedi.

Dediği yöntemle, ağacın önce dallarını indirdik. Ardından da çevresine hasar ve zarar vermeden gövdesini devirdik. Adamın hanımı eli yüreğinde pencereden seyredermiş bizi.

“Bravo!” dedi bize. “Siz ağacı devirinceye kadar ben burada dokuz doğurdum. Ama iyi başardınız doğrusu. Helal olsun aldığınız para!”

Üç gün çalıştık ama Adam başına da, altışar günlük para kazandık.”

Diye, elli yıl öncesinden, babasıyla ilgili bir anısını aktarmış oldu Zafer Bey’e.

YAYLA

“Gelin sizi önce Yayla’mızın çeşmesine götüreyim,” dedi Zeynep:

Zeyneplerin köpeği de yattığı yerden kalkmış, onları izlemeye koyulmuştu. Ne davar köpekleri kadar iri, ne de küçüktü. Orta boy bir hayvandı. Yarı siyah, yarı beyaz tüyleri vardı. Zeynep köpeğin onları izlediğinin ayırtına vardı, durup geriye döndü. Köpek de durdu hemen. Kuyruğunu sallayarak “izin verirsen ben de sizinle geleyim,” der gibi deviniyordu olduğu yerde. Çok akıllı bir köpeğe benziyordu. Hatta, “dön” dese, geri dönecek gibiydi.

Zeynep gülerek:

“Bu bizim “Gamsız”dır,” dedi. “Oldukça akıllı, yaman bir hayvandır. Benim de can şenliğimdir buralarda. O yanımda olduğu sürece korkusuz gezerim dağı taşı.”

“Ne güzel!” dedi Özgün. “Benim de böyle bir köpeğim olsun isterdim.”

“Ben korkarım köpeklerden,” dedi Cemre.

Zeynep, Cemre’ye sevgiyle bakarak;

“Korkulacak bir köpek değil ki o. Çok akıllıdır. Dostunu da düşmanını da iyi tanır.”

Sonra köpeğe seslendi:

“Gel bakayım Gamsız! Tanıştırayım seni konuklarımızla.”

Koştu geldi köpek, sevinç sesleri çıkararak. Zeynep’in elini yalamak istedi.

“Yapma,” dedi Zeynep.

Köpek, Emre’yi, Özgün’ü ve Cemre’yi kokladı.

“Anne!..” diyerek korkuyla Zeynep’in arkasına saklandı Cemre:

“Korkmayın,” dedi Zeynep. “Ben yanınızda olduğum sürece size bir zararı olmaz. Hem sizi koklayarak tanımaya çalışıyor.”

“Canım,” dedi Cemre. “Ne tatlı şey!”

“Dokunabilir miyiz?”

“Elbette Emre.”

Emre de, Özgün de başını sıvazladı hayvanın. Hayvan kuyruğunu sallayarak, bu davranıştan hoşlandığını anlatmaya çalışıyordu. Cemre de yüreklendi. O da uzattı elini hayvanın başına. Munis bir kedi gibi mızırdanıyordu Gamsız. Onlar köpekten, köpek de onlardan hoşlanmışlardı.

“Gamsız artık sizi hiç unutmaz,” dedi Zeynep.

Çeşmeye doğru yürüdüler. Yolun üst yanında terkedilmiş, yıkılmış, harabeye dönmüş bir yığın yayla evi vardı.

“Buralarda oturanlar yok mu? Yıkılmış evlerin çoğu.”

Cemre’nin sorusunu, “Yok,” diye yanıtladı Zeynep. “Artık insanlar Yayla’ya çıkmıyorlar. 4-5 yıl öncesine kadar en az on aile vardı burada. Özellikle hayvancılık yapanlar çıkarlardı.”

“Büyükbabam da öyle diyor,” dedi Özgün. “Köylerden kentlere göçün getirdiği olumsuzluklarmış bunlar,”

“Köyün nüfusu göç nedeniyle azalınca, Yayla’ya çıkanlar da azalıyor.”

“Doğru dersin” diye Özgün’ü onayladı Zeynep.

“İyi ki,” dedi Cemre. “Büyükbabam bizi getirdi de, Yayla’nın nüfusunu artırdık birkaç günlüğüne.”

Üçü de güldüler Cemre’nin sözlerine.

(SÜRECEK)