Malzemelerimiz hep kulübede olacak. Anahtarı da üzerimde taşımayacak, kapının önünde belirlediğimiz bir yere koyacağız. Bir de benimle olsun, bensiz olsun; başınıza buyruk hareket etmeyecek, birbirinizden ayrılmayacaksınız. En önemlisi birbirinizi incitmeyecek, birbirinizi kırmayacaksınız. Bir de yapılacak işlerde yardımlaşacağız. Diyeceklerim şimdilik bu kadar.”

“Sen merak etme Büyükbaba,” dedi Özgün.

Zafer Bey Emre’ye çevirdi bakışlarını.

“Sen ne dersen o olur Büyükbaba.”

“Hayır yavrum. Ben ne dersem, o olur değil. Benim dediklerim, hem kendinize hem de başkalarına zarar vermeyecek biçimde uyulması gereken kurallardır.”

“Tamam Büyükbaba.”

“Bu uyarım, hepiniz için geçerlidir.”

“Elbette Büyükbabacığım,” dedi Cemre.

Sonra kalktılar, birlikte bahçeyi dolaştılar. Maydanoz, marul, soğan vardı sebzelerden. Kıyılarda da erik ve vişneler olmuştu. Bir iki tane koparıp tadına baktılar.

SAĞLIKÇI MUSA ve ZEYNEP

Bir süre söyleştikten sonra:

“Sizleri Yayla’daki ‘Sağlıkçı Musa Amca’yla tanıştırayım mı çocuklar?” dedi Zafer Bey.

“Olur, Büyükbaba,” dediler.

“Önceki yıl da, geçen yıl da bir iki arkadaşımla uğramıştım yanına. Bizi salmamış, oturup söyleşmiştik bir süre. Sevgi dolu yürekleri gibi, sofralarını da açmışlardı bize. Sütten yoğurda, yağdan peynire kadar doğal yayla ürünleriyle ikramda bulunmuşlardı. Her dağa çıkışımda mutlaka beklediklerini söylemişlerdi. Şimdi bizi görünce kim bilir nasıl sevinecekler.”

“Neden ‘sağlıkçı’ demişler ona,” diye sordu Cemre.

“Askerde sıhhiye eriymiş. Basit ilk yardım uygulamalarını ve İğne yapmayı bilir. Onun için ‘sağlıkçı’ derler ona. Yeri, iki yüz adım ötemizde. İlk yayla evi onlarındır.”

“Gidelim öyleyse,” dediler.

Bahçeden çıkıp, alaca kapısını örttüler.

Zafer Bey kulübeden, Sağlıkçı Musa için aldığı paket çay, şeker ve bir kilo bisküviyi bir poşete koyup eline aldı. Kulübenin kapısını kilitleyip anahtarını da belirledikleri yere koydular.

Sonra yürüdüler Yayla’ya doğru. Düzlüğün bitiminde yol hafif yokuşluyordu. Bir solukta aştılar yokuşu. Yolun üst yanında Sağlıkçı Musa’nın bahçesi, yanında büyük ve küçükbaş hayvanlarının ahırı ve ağılı, onun yanında da evi vardı. Evinin önündeki ceviz ağacının altını düzlemiş; yerleştirdiği bir masanın çevresine de iki tane sedir yerleştirmişti. Evi güne yamaçtı.

Sağlıkçı Musa evinin önündeymiş. Yetmiş beş yaşlarında sağlam yapılı bir adamdı. Her baharda Yayla’ya çıkar, son güze kadar orada kalırdı. Onu sağlam yapılı, sağlıklı kılan, aldığı doğal gıdalar ve tertemiz yayla havası olmalıydı.

Onları görür görmez:

“Ooo! Kimleri görüyor gözlerim!” dedi.

Sağlıkçı Musa’yı içtenlikle selamlayan Zafer Bey, Elindekini de masanın üzerine koydu.

“Hele hoş geldiniz Hocam,” diye güler yüzle ayağa kalkarak karşıladı onları.

“Hoş bulduk Musa Ağabey,” dedi.

El sıkışıp, kucaklaştılar. Çocuklar da tek tek öptüler Sağlıkçı Musa’nın elini.

“Nasılsınız, nasıl gidiyor yayla yaşamı?”

“Sağ olun. İyi gidiyor. Ne iyi ettiniz uğradığınıza. Hele buyurun, oturun!”

Oturdular, ceviz ağacının altındaki kanepeye.

Evkaya Deresi’ne ve Kırklar’a giden yol evinin önünden geçiyordu. Yolun gerisinde terkedilmiş, harabeye dönmüş evler vardı.

“Bunlar torunların mı?” diye sordu.

“Evet Musa Ağabey. Torunlar…”

“Allah bağışlasın.

“Sağ olun, herkesinkini…”

“Ne ile çıktınız Yayla’ya?”

“Traktörle…”

“İyi, yorulmamışlardır çocuklar.”

“Yorulmadılar.”

Bu sırada eşi çıktı evden.

“Bak hanım,” dedi. “Konuklarımız var. Bakalım tanıyabilecek misin?”

“Kadın kocasından daha yaşlı görünüyordu. Elini gözüne siper ederek geldi.

“Hoş geldiniz,” dedi.

“Hoş bulduk,” dediler.

Çocuklar ellerine vardılar.

“El öpeniniz çok olsun yavrularım,” dedi.

(SÜRECEK)