Ortaokulda ise Türkçe öğretmenimizin önermesiyle daha nitelikli yapıtlara yöneldim. Ömer Seyfettinler, Sait Faikler gibi öykücülerin ve Orhan Veli gibi şairlerin ürünleriyle tanıştım Onlar gibi yazmaya özendim. Ortaokulda yazdığım şiirler ve yazılar okul gazetesinde yer aldı.

Sanıyorum şimdilik bu kadar bilgi yeter çocuklar! Şimdiye kadar siz sordunuz ben yanıtladım. Bu anlattığım konularla bağlantılı olarak yazdığım şiirsel bir yazım var. Onu da sizlerden birisi okuduktan sonra artık uyku zamanı diyelim ve yatalım. Olmaz mı?”

“Olur, Büyükbaba” dediler.

ÇOCUKLUĞUMUN HOŞ SEDASI

Zafer Bey:

“Çocukluğumda kışın akşam oturmalarına gelen komşu kadınlarına ve kızlarına da, bu uzun kış gecelerini bir okuma şölenine dönüştürecektim. Az önce sözünü ettiğim Geleneksel Aşık Edebiyatı ürünleriyle, halk kahramanlarının kitaplarını okuyacak, kış gecelerini okuma şölenine dönüştürecektm.”

Ardından çantasından çıkardığı taslak bir kitap çalışmasından seçtiği bir yazıyı bularak;

“İşte bu yazı” diye gösterdi.

Özgün:

“Bu söyleşiyi başlatan ben olduğuma göre bu yazıyı da Prenses’le Şehzade izin verirlerse ben okumak isterim.

“Hay hay!” dediler Emre’yle Cemre. Senin diksiyonun daha güzel! Buyur oku…” dediler.

“Başlıyorum. Her ne kadar sürçü lisan edersem affola!..”

“Tamam, tamam” dediler gülerek.

Büyükbabasından taslak kitabı alan Özgün, parçayı şöyle bir gözden geçirdikten sonra okumaya başladı.

ÇOCUKLUĞUMUN HOŞ SEDASI

“Ben, ilkokul dörtte,

kardeşim Eşref’se ikinci sınıftaydık.

Çalışma masamız

ekmek yediğimiz tablamızdı.

Derslerimizi akşamları

bu tablanın üzerinde

ve yedi mumluk petrol lambasının

ışığında yapardık.

Elektrik yoktu o yıllarda henüz.

Uygarlığın nimetleri

yol bulup ulaşamamıştı köylere.

O nedenle,

salt geceleri değil

gündüzleri de,

zındansı bir karanlığı yaşardı

kırsal kesim insanı,

yazgılarıyla baş başa.

Doğaldır ki,

en büyük karanlık,

eğitimsizlikti, elbet.

Anlattığım

‘Ellili Yıllar’dır.

Köyümüzde akşamları hala,

çıra ışığında oturanlar vardır.

Lamba alamayan,

gazyağı bulamayan

yoksullar ise,

çoğunluktadır.

Akşamları

petrol lambasının ışığında,

derslerimi yaptıktan sonra benim,

en büyük zevkim

kitap okumaktı.

Bizim evde de

geleneksel Âşık Edebiyatı’nın

birçok kitabı vardı.

Bunlar;

Köy Enstitülü

öğretmen ağabeyimden kalmıştı bana.

Ne büyük şanstı

benim bu kitaplara sahip olmam.

İlk kez o zaman;

bir farklı dünyanın

kapılarını aralamıştım

çocuk yaşta.

Ve kitaplarla başlayan dostluğum;

sürüp gelmişti o yıllardan

bu günlere değin.

İşte o kitapları okuyup dinletirdim,

akşam oturmalarına gelen

komşu kadınlarına

ve kızlarına.

Açıkçası;

bayılırlardı benim okumama.

Leyla ile Mecnun’dan,

Ferhat ile Şirin’e;

Kerem ile Aslı’dan,

Arzu ile Kamber’e,

Karacaoğlan’dan

Dadaloğlu’na değin olan âşıklar,

kitap sayfalarından çıkar;

‘ete, kemiğe bürünüp’

konuğu olurlardı sanki evlerimizin.

Yeniyetme gençlerin

bu âşıklara özendiği gibi;

genç kızlar da,

Leyla’ya,

Aslı’ya,

Şirin’e

ve de Arzu’ya öykünürlerdi.

Dinleye dinleye

ezberledikleri deyişler,

düşmezdi dillerinden.

Bunları,

tatlı bir yürek çırpıntısıyla,

düşsel bir yavukluya söylerlerdi.

Kendilerini de

destansı

ve ölümsüz bir aşkın,

kahramanı gibi görürlerdi.

Ama sonuçta:

“Acılardan,

Ayrılıklardan

ve ölümlerden uzak

bir kavuşma” dilerlerdi.

Bizler de,

bu uzun kış gecelerinde;

bu halk öykülerinin

kahramanlarıyla özdeşleşir;

onlarla sever,

onlarla sevinir;

onlarla ağlar,

onlarla gülerdik.

Salt onlar değildi elbet,

evlerimizin konukları

Zaloğlu Rüstem’den,

Battal Gazi’ye;

Köroğlu’ndan

Hazreti Ali’ye değin,

nice halk kahramanı da,

konuğu olurdu evlerimizin.

Bizlerse;

serüvenci ruhumuzla sanki

yüzlerce yıl önceye gider;

onlarla birlikte

savaşlara katılır;

düşmana ok atar,

küffar’a kılıç sallardık.

Bu destansı kahramanlıkların

büyüsüyle coşar,

gururuyla dolup, taşardık.

Çocuk dünyamızda da

bunun mutluluğunu yaşardık.”

Bugünse;

o çocukluk yılları

çok gerilerde kaldı.

Yıllarsa bizlerden

çok şeyleri aldı.

O güzelim anılarıysa;

“Baki kalan şu gök kubbede

hoş bir seda” olarak kaldı.”

“Çok güzel yazmışsınız Büyükbaba” dedi Cemre. “Özgün de çok güzel okudu açıkçası.”

“Ben de kutluyorum Prensimi” dedi Zafer Bey. “Gerçekten hakkını vererek okudu.”

“Bu kadar güzel bir şiir, elbette güzel okunmalıydı. O nedenle benden de tam puan aldı”dedi Cemre.

Özgün’se:

“Okumamı beğendiğiniz için ben de çok teşekkür ediyorum sizlere. Asıl o güzel puanlarınız Büyükbaba’mız için olmalı.”

“Sağ olun çocuklar” dedi Zafer Bey.

Ayşe Hanım:

“Zaman epeyce ilerledi. Çocukların da uykusu gelmiştir, yatsınlar artık” dedi.

“Evet Hanım. Yarın yeni bir serüvene daha hazır olmaları için iyi dinlenmeliler” dedi.

Köyün çayevi de boşalmış, sokaktan evlerine giden vatandaşların sesleri geliyordu.

(SÜRECEK)