Çıraklık ve ustalık döneminden sonra hangi sürece gelindiğini merak ederken Başbakan yeni sürecin startını veren bombayı patlattı.

Yeni süreçte evrensel yaşam biçimlerinin yerini dinsel dayatmaların alacağını öğrenmiş olduk böylece…

Zaten yıllardır “iki ileri, bir geri” taktiğiyle, rantiyeci yandaşların, “yetmez ama evet”çilerin, saf liberallerin, iyimser sosyalistlerin ve sadaka kültürüne yamanmış açıkgöz seçmen kitlesinin de desteğiyle yeni sürecin temeli büyük ölçüde atılmıştı. 

Öğrenci evlerinde kızlı- erkekli kalınmasını ahlaksızlık olarak nitelendiren Başbakan’a kendi çevresinden ve kabinesinden destekler gecikmedi.

Bir kurumun başında bulunan hekim, “ Üniversiteli kızlarda kürtaj oranının arttığını” söyledi mesela… Kürtaj olanların fişlenip fişlenmediği sorusunu yanıtsız bırakarak…

İçişleri Bakanı daha da ileri gidip,  öğrenci evlerini, terörist yuvası ilan etti.

Bir vali, “Başbakanımızın sözleri talimattır, gereği yapılacaktır” dedi…

Yandaş medyanın yağcılarının yaklaşımları malum…

Başbakan’ın sadık gözdesi birkaç gazeteci sitem edip küsmüş rolü yaptılar…

Başbakan Yardımcısı, “ Öyle demek istemedi” diye gevelemeye çalıştı ama Başbakan her zamanki üslubuyla yardımcısını açığa düşürdü.

Hükümetin bir türlü dize getiremediği üniversitelerin yaramaz çocuklarının tepkileri ise net oldu:

“Sana ne!”

Peki, bu dayatmanın ve ithamın anlamı nedir?

Basit bir eleştiri ve saptama olarak mı algılanmalıdır?

Yoksa…

Hayır!

Bu, bir ülkenin Başbakan’ının kendi yurttaşlarını ahlaksızlıkla suçlaması ve üniversite gençliğini hedef göstermesidir.

On yılı aşkın süredir partisini iktidarda tutan seçmen kitlesinden gelmesi olası tepkilerin ve saldırıların sorumlusu kim olacaktır?

Elbette Başbakan ve kabinesi…

Bu tehlikeli dayatma için birileri suç duyurusunda bulunsa buna icabet edecek savcı bulunur mu?

Hiç sanmıyorum…

Peki, bu çağdışı ahlak dayatmalarının zamanlamasını nasıl açıklayabiliriz!

Hükümet, devletin tüm kurumlarındaki muhafazakar dönüşümü sağladığı için mi Başbakan insanların yaşama biçimlerini, özel hayatlarını böylesine cesurca, ahlaksızlık olarak nitelendirmekte bir sakınca görmemiştir.

Yoksa boyun eğdiremediği her muhalif hareket ve demokratik taleplerde bulunan halk kesimlerini düşman görme eğiliminin bir sonucu mudur?

Bizim bilmediğimiz bir panik durumu mu bunları söyletmiştir?

Yoksa menzile giden yoldaki engellerin temizlendiği kanaati mi oluşmuştur?

Ekonomik sorunların getirdiği bir bunalım mı söz konusudur?

Mesela, iktidar olduklarından bu yana ekonomik sorunları ve krizleri başarıyla aştıkları özelleştirme işinde sona mı gelinmiştir?

Ülkede satacak bir şey kalmadığı için mi böylesine tedirginlik içindedir?

Bu tür söylemlerle iktidarı destekleyen muhafazakar kitleyi kemikleştirme çabası mıdır yoksa?

Gezi olaylarını bastırma yöntemi, Suriye’de uygulamaya çalıştığı cihat politikaları sonrası dünya ülkelerinin gözündeki karizmasının ve prestijinin dibe vurduğunu, ülkenin yalnızlaştığını, itibarsızlaştığını gördüğü için midir?

AB’ye girme kriterleri ayan beyan ortadayken bu çağdışı ahlak dayatmasının amacı nedir?

Yoksa AB rüyası sona mı ermiştir?

Yeşil Sermaye’yi anladık da laik sermaye kuruluşlarından neden bu açıklamaya bir itiraz gelmemektedir?

Çalışma yasalarında yapılan düzenlemeler sonrası, “ AB’ ye girmeye gerek yok, işlerimiz zaten tıkırında” diye mi düşünülmektedir?

Böyle bir açıklamaya hangi düşünceyle gerek duyulursa duyulsun durum vahimdir…

Hükümet, Başbakan’ın bu söylemiyle özlediği ve inşa etmeye çabaladığı dini kurallarla yönetilen bir ülke özlemini açığa vurmuştur.

Ama şu unutulmamalıdır ki, bu ülkenin insanları, çağdaş bir ülkede, özgür ve insana yakışır biçimde yaşamanın tadını almıştır.

Bu ülkenin ilerici gençliği de faşizme, gericiliğe ve çağdışı dayatmalara karşı mücadele eden ve bu yolda canını veren gençlik önderlerinin izinden yürümeye kararlıdır.

Başbakan, genç kızların namusunu korumanın görevleri olduğunu söylüyor.

Bir kere şu unutulmamalıdır.

Ahlak ve namus sadece kadınlara has bir kavram değildir ve sadece cinselliğe indirgenemeyecek kadar önemlidir. 

Ahlak ve namus insanların kişisel tercihleridir ve bu konuda kimsenin dayatma yapma gibi bir hakkı yoktur.

Çünkü sonuçlarına bu tercihi yapanlar katlanır.

Asıl, namus ve ahlak kavramı, toplumu yönetenler ve topluma karşı sorumlu olanlar için sorgulanabilir.

Mesela birey, kendi seçtiği vekillerin, bakanların, başbakanın ve devlet başkanının görevleriyle ilgili konularda topluma karşı dürüst olması gerektiğini söyleyebilir ve eleştirebilir.

Çünkü seçilmişler bireylerin verdikleri vergilerle devleti yönetirler ve bu nedenle bireyin yönetenlere hesap sorma hakkı vardır. 

Ve dürüstçe yanıtlar bekleme hakkı da…

Şimdi şu soruyu soralım:

“Bir yönetici bu göreve ortalama devlet memurlarının aldığı kadar bir maaşla ve yaşamsal ihtiyaçlarını zar zor karşılar bir durumdayken (üstelik de yırtık ayakkabıyla) geldiğini söylemesine karşın birkaç yılda kendisinin, aile fertlerinin ve yakın çevresinin yığdığı serveti nasıl edindiğini açıkla(ya)mıyorsa bu onun ahlaklı ve namuslu biri olduğunu mu gösterir?”

İlla ki ahlaksızlık ya da namussuzlukla suçlamak için cinsel bir eylem mi gerekir?

Peki, yönettiği topluma yalan söyleyen, onların hassas olduğu inançlarını sömürerek veya rüşvet dağıtarak iktidarını sürdüren yöneticiler ahlak sahibi kişiler midir?

Örnekleri çoğaltmak mümkün ama bu kadarı yeter sanırım.

Sayın Başbakan gençleri kurtarmak istiyorsa ülkedeki öğrenci sayısı kadar ve onların sosyal ihtiyaçlarını karşılayacak nitelikte yurtlar yaptırsın. 

İnsanlar ancak içinde bulundukları olumsuz koşullar ortadan kaldırıldığında kurtarılabilir…

Ve karşı cinsler sadece seks yapmak için birlikte olmazlar.

Gençlerin, ahlak zabıtasından çok sorunlarına çare bulan insanlara ihtiyaçları vardır.