Her çeşit oyun, güreş, top, sonra evden her çeşit malzemelerini getirdiğimiz güvecin başına oturunca doyur doyurabilirsen bizimkileri. Ben de başta olmak üzere. O zaman pideler, francılalar, somunlar da büyüktü. Bahsettiğim 1951-1955 yılları arası. Neredeyse 300- 400 gr. Ayhan 3 tane yer, 3 tabak yemeğe de bana mısın demezdi. 4 ekmek yediği de olurdu. Ayhan’a gözü bozuk olmadığı halde ”Kör” derdik. Kızmazdı. Bazen de bozulurdu. Yiğit lakabıyla anılır ya.
Bu bağ sefası okul tatili veya hafta sonu tatilinde ise sonu rahattı. Ama eğer ertesi gün okul varsa ve o geceye de ders kalmışsa vay haline. Arada dersleri de astığımız olurdu ama hepimiz iyi talebelerdik.
Bir gün Hoyhoy’daki bizim bağa gitmiştik; akşam yaklaşmıştı, eşeği arabaya koşarken ben eşeği bilerek mi saldım yoksa muzunnaslık olsun diye mi, ya da elimden mi kaçtı şimdi hatırlamıyorum, ama hayvan kaçtı ve şehre doğru yolu tuttu. Bağın yolu hep iniş yokuş, 4-5 kişi arabaya koşuldu. Kimi önden, kimi arkadan it, çek, kan ter içinde kaldılar. Ben eşeği tutma havalarındayım. Hayvan çevik ve akıllı, kendine 5-10 adım kalınca ot yemeyi bırakıyor ve koşup 100-150 metre kadar ileride yine otlamaya başlıyor.
Böyle, böyle şehrin girişine kadar vardık. Hayvan kayboldu. Ben eve gideceğinden emindim. Ama bizimkiler kan ter içinde arabayı çekmekte ama yorgunluğu düşünen yok. “Ya eşek eve gitmediyse” korkusundalar. Hayvanın ahırı İnayetullah caminin ordaki çıkmazda, camiye bakan kocaman çift kanatlı kapının arkasındaydı. (Şimdi buraları yıktık, açık otopark yaptık.) “Hayvan kaybolursa, (babam için) İsmail Emmi bizi öldürür” diyorlar, bir taraftan da çömelip terlerini siliyorlardı. Eski Doğumevi’nin oradan caminin araya döndük. Eşek ortalıkta yok. Hepimizde şafak attı. Şok olduk. O zaman ben de, “hapı yuttuk” diye düşündüm.
Bizimkiler arabayı kapının önüne koydular ve pıır. Meğer hayvan 10 dakika kadar önce gelmiş. Tesadüfen o gün babam da erken gelmiş. Komşulardan biri de kapıyı çalıp, ”İsmail Ağa, eşek kapıda kalmış içeri al” diye haber vermiş. Mecburen dizlerim titreyerek ben de kapıyı çaldım. O zaman tuvaletler hep sokak kapısının arkasında yapılırdı. Tuvaletten öksürdü. Kapıyı, tokmağı çalmamın ve açacağının işaretini veriyordu. Babam kapıyı açınca temelli dizlerimin bağı çözüldü. Babam işi fark etti. Beni daha fazla korkmasın diye, “Eşeği kaçırdın herhalde? Geldi! ” dedi. Sonra da bana, “Bu arabayı yalnızca mı getirdin? Hiç te terin yok” falan diye sordu. Ben de, “arkadaşlar korktular, kaçtılar” dedim.
Güldü, “Ben onlara ne zaman kızmışım ki benden korkuyorlarmış?” dedi. Hakikaten babam da, anam da benim arkadaşlarıma çok iyi muamele ederlerdi. Ben gidip bağa benimle gelen arkadaşlara haber vereyim dedim. Ama sonra vazgeçtim korksunlar, uyumasın deyyuslar diye.
Şimdiki gençler telefon etseydin ya diye düşünürler. Telefon en erken bizim eve geldi.
Manyetolu, postanede memur araya girip verdiğin numarayı bağlardı. (Şehirlerarası konuşmak için bazen 8-10 saat beklerdik) 1963 yılıydı sanıyorum bizim eve telefonun alınışı.
1955 yılından sonra bu oyunlar, o güzelim eğlenceler bitti. Çocukluğumuz bir kaç yıl önce bitmişti. Gençliğimizde desem yeridir. Herkes bir meslek seçti. Sokaklar da bitti o günden itibaren, otomobiller çoğaldı. Mertlik bozuldu. Sokakta her gecen gün oynanmaz oldu. Şimdiki insanlar yürüyecek yol bulamıyorlar. Gürültü, egzoz kokusu da cabası. Hani çocuklara oyun sahası?
Bizim çocukluğumuz, bizim kuşak, bizim uşaklar başkaydı. Mutluydu o dönemin çocukları, o çocuklar şimdi ihtiyar oldu. Arkadaşlarımın yarısı Allah’ın rahmetine kavuştu. Her biri de bir yerde. Çorum’da olanlarla sık sık olmasa da arada bir birbirimizi ziyaret ediyoruz.
Ölenlere Allah’tan rahmet, kalanlara hayırlı, sıhhatli uzun ömür diliyorum. Hepimiz biliyoruz ki yolun sonu göründü. Herkese, size, bize hepimize mutluluklar diliyorum. Dünün çocukları, bu günün dedeleri sizi seviyorum. Özlüyorum sizi sevgili arkadaşlarım, dostlarım!