Anneler Günü bütün analara kutlu olsun. Bütün analar da sağlıklı ve mutlu olsun. Dünyanın bütün anaları her güzelliğe layıktır çünkü.
“Cennet Anaların Ayağı Altındadır” sözü yalnızca analar için söylenmiştir. Yavuz Bülent Bakiler de:
“Sevginin en kutsalı ANAM diyen sestedir
ÇOCUĞUM, dünyadaki en sevimli bestedir” demiştir.
Bizim bu günlerimizin kurucusu analardır. Ne yapsak haklarını ödeyemediğimiz analarımızdır. Yemeden yediren, giymeden giydiren, uyumadan bizi ninnilerle uyutan analarımızdır. Analara, değil bir gün ANNELER GÜNÜ vermek, yılın her gününü Anneler Günü yapsak bile azdır.
Dünyada bazı mücevherler vardır ki eşi benzeri bulunmaz. Analar da en nadide mücevherdir. Bu mücevher “süslük”ten ziyade, hayat veren, besleyip büyüten, yemeyip yediren, giymeyip giydiren, ağlatmayıp içten ağlayan... bir mücevherdir. Bu mücevher incitilmeye, kırılmaya gelmez. Şayet incitir, kırarsanız ağlar. Hem de “Ağlarsa anam ağlar, başkası yalan ağlar” sözünün anlamı ile ağlar. Onlar üzülmeye, incitilmeye, kırılmaya asla layık değillerdir.
Anneler Gününde anaların elleri öpülüp kutlanır. Gönülleri alınır. Yanaklarına konan bir öpücük, onlar için, dünyanın en büyük hediyesidir. Bazı kuruluşlar ve medya Anneler Günü etkinliklerine katılarak özveride bulunurlar. Özveride bulunan bu kuruluş ve medyayı da ayrıca kutlamak gerekir. Sağ olsunlar, var olsunlar.
*
Her canlının olduğu gibi benim de “biricik” bir anam vardı. Benim anam da yemeyip yedirmeye, giymeyip giydirmeye çalıştı. Ve de özverilerin hepsini benim anam da yaptı. Benim için, anam bunları yaparken, hiç bir maddi varlığı olmadan yaptı. Anamın çeşit çeşit, renk renk, moda moda ayakkabıları yoktu. Bir çift “soğuk kuyu” dedikleri, bir kenarı yırtık lastik ayakkabısı vardı. Ben okula giderken ayağından çıkarır, bana verirdi; ben giyerdim. Okul dönüşüne kadar anam yalın ayak gezerdi. Dolaplar dolusu elbisesi yoktu. Yamalı bir fistanı vardı. Yamalıydı ama, tertemizdi. Bizim kirlilerimizi pırıl pırıl yaparken parmağı ile çamaşır makinesinin düğmesine basmadı. Teneke leğende yıkardı. Çeşit çeşit kokulu deterjan dökmedi çamaşırlarımıza. “Küllü su” onun en tabii deterjanı idi.
Sabahın çok erken saatinde kalkar bize çorba hazırlardı. Balın, kaymağın, sucuğun, pastırmanın, kaşarın... tadını tadamadı. Salam ve sosisin adını dahi duymadı. Hazırladığı çorba ile, bizlerin karnını doyurduktan sonra, çıkınının arasına yufka, soğan, çökelek koyar, başkalarının tarlasına çapa yapmaya giderdi.
Düdüklü tenceresi, cam kapları, çeşit çeşit porselenleri yoktu ama, akşam yorgun argın, “toprak kap”ta pişirdiği bulgur aşına doyum olmazdı. Hem de üfleyerek yaktığı, çalı-çırpı odunlarla ocak üzerinde... Kap kacağını yine güzelce yıkar, duvardaki tereğe kordu. Bulaşık makinesi ile hiç mi hiç tanışmadı.
Anamın tabana serdiği halıları yoktu. Ortopedik yatağı da... Çaput kırpıntıları ile doldurulmuş yatağımızı hasır üzerine akşam serer, sabah yine özenle katlayarak kaldırırdı.
Çeşit çeşit oturma grupları, yatak odası takımları, mevsimine göre perdeleri, bibloları, tabloları, yazlık kışlık evi yoktu. Onun en lüks eşyası hasır, bez perde, beş numara gazlambasıydı.
Yalınayak gezmekten ayrık otları arasında tabanları yarıldı.
Yaz ayları “Bu yıl tatilimizi nerede geçirelim?” diye düşünmeyi bırakın, ömründe denizi görmedi.
Onun süsü, bayramdan bayrama parmaklarının kınasıydı. Vücudu parfüm değil, buram buram “emek teri” kokardı. Ancak teninin kokusu mis gibiydi.
Gece, gazyağı lambasında çoraplarımızı yamalarken, bizi ders çalışsın diye, lambayı da bize verirdi.
Anam bize öğretmenlik de yapardı. Ama okuması yazması yoktu. Bizlere, küçükleri sevip korumayı; büyüklere karşı saygılı olmayı o öğretti. Vatanımızı, milletimizi, bayrağımızı sevmeyi o öğretti.
Millet malına zarar verenleri görse ellerini kırardı. Hep, millet malını korumayı öğütlerdi.
Adam kayırma, rüşvet, yalan-dolan, talan sözcüklerini kullanmadığı gibi, işitse dahi, anlamlarını bilmezdi.
Bizi askere gönderirken çok ağladı. O’nun için, yavrusundan uzun süre ayrılmak zordu. Ancak “gitmeyin” demedi. “Vatanın bu kutsal toprakları size emanet, namusu size emanet; bayrağı, şanı-şerefi... size emanet” dedi. Askere uğurlarken O, ağıdın sonunda “Bayrağa sarıl da gel” dedi. Vatan hainlerini elleri ile parçalar, lime lime yapar, bizlere bile bırakmazdı.
Benim anam, bu cennet vatanın, tomurcuk gülleri arasında; kuş cıvıltılı mis kokulu ormanları içinde yaşamadı. Yaşamadı ama, bunları tahrip edenleri, ormanları yakanları, yeşil dokuyu yok edenleri, bu vatanın toprakları üzerinde gezdirmezdi.
Müsrifliği sevmez, “tutumlu olun” derdi. Hele, söylenip de yapılmayan, savurganlığı da duysa çılgına dönerdi.
“Yalan söylemeyin, sözünüzü yerine getirin, yoksa Allah sizi taş yapar” derdi. Bizlere söylediği “Okuyun adam olun, adam gibi adam olun, vatana-millete faydalı olun, çalışıp üretin...”den başka birşey değildi. Hasılı ömrü iyiden-doğrudan-güzelden yana öğütlerle geçti...
*
Her yıl çeşitli kuruluşların ve medyanın yaptığı gibi, ben de “Yılın Annesi”ni seçtim. Benim seçimimin ayrıcalığı, senede bir gün değil, yılın her günü olmasıydı. Seçimimin sonunda da “Yılın Anaları”nı, anamdan önce “ŞEHİT ANALARI”nı liste başı yaptım.
Ben anamı kucaklayıp yanağına bir öpücük konduramıyorum. Ancak yılın her gününde, O’na bir Fatiha okumakla yetiniyorum. Ruhu şad, mekanı Cennet olsun.
Bütün anaların, dünyadaki bütün anaların “Anneler Günü”nü kutluyor, ellerinden öpüyorum. Bu satırlarımı önce “ŞEHİT ANALARI”na ve de dünyadaki bütün analara armağan ediyorum. Lütfen kabul buyursunlar...
Bir evlat olarak en içten saygılarımla...