Türkiye’de organ nakli ile ilgili ilk kanun 25 Mayıs 1979 yılında çıkmış. O günden bugüne tıbbi imkanlar bakımından olsun doktorlarımızın bilgi ve becerileri bakımından olsun çok iyi durumda olmamıza rağmen hala organ bağışı konusunda maalesef pek mesafe aldığımız söylenemez.
Ülkemizde kan bağışı da bugün aynı durumdadır. Kan bağışı için yaşı ve sıhhat durumu müsait olan insanlarımızın doğum günlerinde veya belirli bir gün veya haftada kan vermelerini temin etmek için bir kanun çıkartılmalı. Ama kan vermeye gelen insanlara güzel muamele yapılmalı. Bekletmeden ve hemen kanı alınmalıdır. Kan veren insanlara yiyecekler ikram edilmelidir. (Sanıyorum kanı ithal ediyoruz. Bu sayede ihraç bile edebiliriz.) Böyle bir kanunla insanlarımızın kan vermeleri sağlanarak aslında daha sıhhatli olmaları sağlanmış olacaktır.
Hangi yetkili çıkıp konuşmaya başlasa, çok iş yapacaklarını ama bürokrasinin önlerinde engel olduğunu söyler durur. Devleti idare eden hükümetlerden yıllardır bu hikayeleri dinler dururuz. Oysaki eğer hükümetseniz buna bir çözüm bulmak ve bu kanayan yarayı sarmakta sizin görevinizdir.
Hep biliyoruz ki en mühim evraklar bu beylerin keyfi ve vurdumduymazlığından masalarındaki sumen aralarında beklemektedir. Oysa hepsi hepsi 15 dakikalık bir çalışma ve bir imza gerektirmektedir. Bu kadarcık bir iş 3-5 ay bu beylerin keyfini beklemektedir. Laf açıldığında dürüstlüğü kimseye vermeyen bu insanlar bundan rahatsız olmuyorlarsa hükümet bu insanları rahatsız etmeli ve bunların hesabını onlardan sormalıdır. Ve bu insanlara bu yaptıklarının hesabını soracak kanunlar hemen çıkartılmalıdır.
Geçen gün, söz de bir şeyh çıkıyor ve TV’de, “Organ vermek günahtır. Vermeyiniz” gibi saçma sapan laflar ediyor. (“ölüden her hangi bir parça almak haramdır” diyen oysa haram olan alkolün de şartlar gerektirdiği zaman insanların tedavisinde kullanıldığını bilmeyen. Bilip de hala böyle konuşan..“…ey insanlar tedavi olunuz...” Hadisi Şerif’ini ve “…bir canı kurtaran bütün insanlığı kurtarmış gibidir…” ayetlerini bildiği halde hala böyle konuşabilen, bir adım ötesini bile göremeyen, bu sığ düşünceli, bu bağnaz insanların vatandaşın kafasını karıştırması önlenmelidir) Memleketin Diyanet İşleri Başkanı organlarını bağışlasa ve daha önceki başkanlar da bağışlamış olsalar, bunlar da televizyonlarda gösterilip insanlar bu işe teşvik edilse hem böyle densiz konuşmalar olmaz hem de organ veren insanlar artardı.
Demek istiyorum ki, birisine “şunu yap” diyebilmek için önce kendin bu konuda bir şeyler yapman gerekir. Yani önce kendin güzel örnek olarak bir şeyler yapmalısın.
Kaç Reisi Cumhurumuz, kaç Başbakanımız, kaç milletvekilimiz, kaç köşe yazarımız organlarını bağışlamıştır? Hatta kaç Prof. bu görevi yapmıştır? Bir şey yapacaksak lütfen inanarak, dürüstçe ve adabına uygun olarak yapalım.
Şimdi benim önerim, eğer vatandaşın yazılı bir beyanı yoksa yetkililer, o kişinin organlarını vermek istediği kanaatinden yola çıkarak bir kanun çıkartmalı ve ölen insanlar organ bağışı yapmış kabul edilerek organları alınmalıdır. Böylelikle ıstırap içinde ve her gün büyük acılar çekerek sırada, organ bekleyen yüz binlerce insan kurtarılmalıdır.
FAZLA KULLANILAN ZİRAİ İLAÇLAR: Geçenlerde televizyonda bir Prof. konuşuyor; yiyeceklere hormon verilmesini ve zararlarını anlatıyordu. Ve bu arada asıl üzerinde durulması gereken konuyu atlıyoruz diyordu. Sayın Prof.. konuşmasında, “Asıl zararlıyı konuşmuyoruz. Bu fazla gübre ve fazla zirai ilaçtır. Maalesef bu ülkemizde sanıldığından çok daha fazla yapılmakta ve halkın sağlığıyla oynanmaktadır. Bu ilaçlar sanıldığı gibi öyle yıkayınca da çıkmamaktadır. Ancak suda bir süre bekletilirse zarar vermeleri önlenebilir” diyordu.
Soruyorum bunların önüne hükümetler geçmeyecekte kim geçecek? Bu konuda kanunlar varsa işletilmelidir. Eğer yoksa da hemen çıkartılıp işler hale getirilmelidir. Bunların kontrolü ciddi olarak birileri tarafından yapılmadır.
Geçen gün Vatan Gazetesi’nden okuduğuma göre, Antakya’nın Samandağ’ı kasabasındaki Vakıflı köyünde bir kooperatif kurulmuş. Bu kooperatifte tamamen tabi bir ortamda sebze ve meyve yetiştiriliyormuş. Bu yetiştirilen meyve sebzelerin çoğu da yurt dışına olmak üzere o bölgede yetişen ürünlerin 4-5 katı bir fiyata satılıyormuş. “Alıcısı o kadar çok ki, yetiştiremiyoruz” diyorlar.
Bu köy 38 hane ve sadece 150 nüfusu olan Türkiye’deki tek Ermeni köyü imiş. Düşündürücü ve de Tarım İl Müdürlükleri’nce incelenip halka bilgi verilmesi gereken bir konu sanıyorum. (13.12.2004)
Saygı ve sevgilerimle.