Geceleri sokakta olurduk Teravih bahanesiyle. Sonra en çok oynadığımız oyun ise “Aygöründü “ idi. Bir akşam ben evden çıkınca kapıyı örtmedim. O meşhur elektrik direği sobe kalemizdi. Daha ilk sobe tutan arkadaşta ben herkes saklanınca ve ebe de “önüm, arkam, sağım, solum” demeye başlayınca açık bıraktığım kapımızdan yavaşça içeri girdim ve evin bahçeye bakan penceresini yukarı sıyırıp oturdum. Ebe hemen herkesi sobe etti. Arkadaşlar “İsmet yok” diyor. Saatler geçti ama bir türlü bulamıyorlar. “Artık evlere gidiceğiz çık” diye bağırıyorlar. Ben katılasıya gülüyorum. Sonunda beni bulamadılar ve dağıldılar. Herkes evine gitti. Ertesi gün bana nereye saklandığımı sordular. Ama cevap vermedim. Aynı numarayı bir daha da yapmadım.

Aşağıda yine eski ramazanlardan ve eski insanların güzelliklerinden örnekler vereceğim. Ramazan ayı bereket ve bolluk ayı olup aç ve muhtaç inanların doyurulup giydirildiği aydır. Aslında bu iş ramazandan sonra da azalarak da olsa senenin 365 günü devam etmelidir.

İnsanlar eskiden sabah namazından sonra dükkanlarını açarlardı. Bir müşteri gelince eğer siftah etti ise müşteriye “komşudan al” derlerdi. Eğer o komşusu da siftah etti ise öbür komşularına gönderirlerdi. Ya şimdi? Millet birbirinin cebindeki parayı nasıl bir hile yapıp ta gammazlarım diye düşünüyor. Tabii bu hırs Allah korkusu ve haram helal mefhumu olmayışından kaynaklanıyor. “Rabbena hep bana”… Hep sana da nereye kadar? Sonra bu hırsın verdiği yorgunluk ve stres bu günkü mutsuzluğumuzun ana sebebi.

İnsanlar daha çocukluğundan paylaşmayı öğrenememişse ve birilerinin elinden tutmayı bilmiyorsa, “Bir sana, on iki bana” diyorsa bu günkü akıl almaz ahlaksızlıklar ve huzursuzluklar da kaçınılmaz olur.

İnsanlar birbirlerini iftara çağırıyorlardı. Ayrıca bu günkü gibi hısım akraba ile birlikte konu komşu evlerde kazan kaynatanlar vardı. Bu ailelere o havalideki fakir fukara gelir yemek yerlerdi. Giderken bu fakirlerin cebine para konur, buna da “diş kirası” denirdi. Şimdi bu yemek verme işi aşevlerinde yapılıyor ya, eskisi gibi evlerde verilen yemeğin yerini tutması mümkün mü?

Benim canımı sıkan bir olay da ramazandan birkaç gün önce başlayan yiyeceklerdeki anormal fiyat artışları. Ne oldu? zengin bir şeyler alıp fakire verirken diğer taraftan bu kazık atmanın manası ne? Bana göre bu en büyük ahlaksızlık! Buna bir tedbir alınması lazım. Bu her sene böyle oluyor. Bir ülkede dürüstlük meziyet sayılmaya başlanmışsa o ülke için için çürümüş demektir. Dürüstlük bir insanın ana yapısının anayasasıdır.

Kötüden örnek olmaz diyor eski ramazanları ve eski günleri yaşayan babalarımızın, amcalarımızın güzelliklerinden bir kaç örnek daha veriyorum.

Bayram yemeğine çıraklar kalfalar çağrıldığı gibi mahallenin yoksulları da özenle davet edilirdi. Bazı aileler ise yurtlardan talebe çağırırdı. Ayrıca kışlalardan daha önce izinler alınarak askerler de yemeğe getirilirdi ve hepsinin ceplerine harçlık konurdu.. Yemekten sonra mahallenin çocukları üçer beşer guruplar halinde gelirlerdi. Çocuklara da şeker ve para verilirdi. Parayı alan çocuk bayram yerinde soluğu alırdı. Senede bir elbise alınan çocuklar talihli sayılırdı. Çoğunun kış gününde ceketi yoktu, ama bu günkü çocuklardan çok daha huzurlu ve mutluydular.

Zengin aileler bilhassa öksüz kız çocuklarını kendi evlatları gibi büyütürdü. Bu mutluluğu tadan 3-5 aile biliyorum.

Biliyorsunuz bir senede iki tane dini bayramımız var. Kurban telaşlı oluyor. Çocuklar bakımından da hayvanların kesilişi biraz hüzünlü oluyor. Ramazan bayramı öyle değil rahat. Sonra günahlardan kurtuluşun verdiği ayrı bir mutluluk var.

Bayram herkese bayram da, çocuklar için daha bir başka. Bayram yerlerinde iğne atsan yere düşmezdi. Kızlı erkekli çocuklar kaynaşırdı. Bayram yerinde neler yoktu ki? Elma şekeri, pamuk şekeri, salıncak, mâfe, döner dolap ve kaymaca. Telde çocuklar kayardı. Bu kayma işlemi biraz da tehlikeli bir şeydi. Bunu rahmetlik babam kurardı. Akrabamız olan delikanlılar (Ahmet Çenesiz, Dülger Deli Hakkı) bayram boyunca çalıştırırlardı. Ben böyle eski günleri çok özlüyorum ve bu güzel adetler kaybolmasın istiyorum. Bunun bizim kuşaktaki adı eskiye özlem. Şimdiki adı ise nostalji oluyor. Özlemin yerini tutar mı?

Size aşağıda bir dosttan bana hediye edilmiş bir güzel söz dizesini sunuyorum:

Günlerini say, servetini say, büyüklerini say ama YERİNDE SAYMA!

Eşini beğen, işini beğen, aşını beğen, ama KENDİNİ BEĞENME!

Emek ver, kulak ver, bilgi ver, ama hiçbir zaman BOŞ VERME!

Hedefe koş, cihada koş, yardıma koş, ama ORTAK KOŞMA!

Fidan büyüt, garip doyur, çocuk besle, ama KİN BESLEME!

Satıcı ol, alıcı ol, kalıcı ol, bulucu ol, ama BÖLÜCÜ OLMA!

Paranı ver, selam ver, canını ver, ama SIRRINI VERME!

Davet et, hayret et, af et, tevbe et, ama İHANET ETME!

Okumaktan zarar gelmez, oku, ama LANET OKUMA!

Elini aç, gözünü aç, kapını aç, ama AĞZINI AÇMA!

Rakibini geç, sınıfını geç, ama GÜLÜP GEÇME!

Ev al, araba al, abdest al, ama BEDDUA ALMA!

Zulmü devir, nefsi devir, ama ÇAM DEVİRME!

Yaklaş, konuş, tanış, ama UŞAKLAŞMA!

Seslen, uslan, ama YASLANMA!

Doğrul, devril, ama EĞRİLME!

İtil, atıl, ama SATILMA!

Uzun bir şiirimden iki kıta.

Kanadı kırılmış kuşa döndüm

Ötüyorum ama uçamıyorum

Sarı başaklı güzel tarladan

Harmanda savrulan samana döndüm.

Bir ayda karış kurtarış olduk

Elhamdülillah demekten başka çaremiz yok

İnsanoğlu zavallı, çaresiz,.elinde bir şey yok

Dalında kurumuş güle döndüm.

Herkesin Mübarek Ramazan ayını kutluyor hayırlara vesile olmasını diliyorum.

Saygı ve sevgilerimle.

(Arşivden)