Geçen gün eski günlüklerimi inceliyordum. 1956 yılındaki günlüğümü incelerken, 6 Haziran 1956 da Sanat Okulundan sınıf arkadaşlarım Ferruh Benzer ve İsmet Tandoğan Ankara’da Tapu Kadastro Okulunda tahsillerine devam ediyorlar ben ise babamın Hamit camii yanındaki dükkânında ağabeyim İlhan Çenesiz ve babamla birlikte marangozluk ve bıçkı işleri yapıyoruz diye yazmışım.

O günlerde İsmet Tandoğan ve Ferruh Benzer Çorum’a gelmişlerdi. Akşam yemeğini bizde yedik. Çaylarımızı içtikten sonra yatmak için benim Alaybey sokağına bakan yatak odama geçtik.

Saat gece 11 civarı idi. Radyo dinleyip yatacaktık.  Odanın elektriğini açınca ortalığın darmadağın olduğunu gördük. Eşyalar yerlere saçılmış, radyo yüksekçe yerinden makata konmuştu. Anlaşılan eve hırsız girmişti.

O anda, İsmet, “bu kerhaneci şu dolaba girmiştir, kaçma fırsatı bulamamışa benziyor” dedi

Tabii bizler 20 yaşına daha yeni girmiş 3 tane delikanlı, gözümüzü budaktan sakınmadığımız yıllar.

İsmet’in elinde bitişik mutfaktan aldığı kocaman bir ekmek bıçağı, dolabın kapısına açınca hırsız efendiyle göz göze geldik.

Hırsız efendi 3 delikanlıyı karşısında görünce hemen diz çöktü, beni öldürmeyin, ben ettim siz etmeyin, bağışlayın beni diye yalvarmaya başladı.

O sıra da Ferruh’un eline de evin,  tunçtan yapılmış 1 kiloluk havanı geçmişti onu adamın kafasına geçiriverdi. Biraz fazla vurmuş olacak ki adam hemen oracıkta bayıldı.

Adamı dolaptan çıkardık, ben yakındaki ahırın araba konan kuruluk kısmandan ip alıp getirdim. Bu iple hırsızın elerini bağladık.

İsmet, “benim çantada bant var, ağzını bantlayalım” dedi.  Bu sırada Ferruh kendi çantasındaki bantı çıkarmıştı hırsız efendinin ağzını güzelce bantladık. Gözlerini de tülbentle bağlayıp yere sırt üstü yatırdık.

İsmet ve Ferruh analarına, akşam bizde yatacaklarını söylemişlerdi. Yatak yapıp yatmaya olanak kalmamıştı.

Ortalığı biraz düzelttik. Ben, polise haber verelim dedim. Ferruh, benim bir planım var onu tatbik edelim dedi.

Önce şu dürzünün kulağının ucunu biraz keselim dedi makası getirip kesti. Adam bu sırada hala baygın. Başka bir tülbentle de adamın yarasını iyice sıktık biraz sonra kan durdu.

Hava sıcak olduğundan adamda ceket yok. Arka cebinde bir sürü anahtar var. Sabah olmuştu. Bu sırada eter almıştık adam yeniden ayılır gibi olunca da bununla tekrar bayılttık.

Sabahleyin üç kafadar hırsız efendiyi mezara gömmeye karar verdik.

Ama tabii mezarın kıyısına konup tabutun kapağı açılınca adam yarı baygın olsa da yine hareket edecekti.

O zaman ölenler için tellal bağırtılırdı. Biz de sabah 10 olunca tellal bağırttık, marangoz falanca ölmüştür, öğle namazında ulu camiden kaldırılacaktır diye. Camiye gitmeden önce de eter koklatma işini yine tekrarladık.

Bunu aramızda bir sır olarak saklayacak kimseye söylemeyecektik. 8-10 arkadaş ve biz 3 kafadar birlik olup tabutu camiye öğleye çok az bir zaman kala götürdük.

Öğle namazı kılındı, cenaze namazı kılındı ve Ulumezar’a yolculuk başladı. Biz erinmemiş mezarda kazdırmıştık.

Tabut mezarın yanına kondu. Kapak açılıp hırsız efendi oturumuna gelince cemaatin her biri bir yana kaçışmaya başladı. Yaşlı bir adam mezara düştü. Mezarın başında kimse kalmamıştı.

Mezardaki adam durmadan, beni buradan çıkartın, mezar çok derin çıkamıyorum diye bağırıyordu.

5-10 kişi de mezarlığın kapısına doğru koşuyor, ölü dirildi diye bağırıyorlardı. Mezarlığın bekçileri de Hıdırlığa doğru kaçmaya başlamışlardı.

Hırsız efendi de ayaklanmış, o da elbisesinin üstündeki kefenle yalınayak Hıdırlığa doğru koşuyordu.

BİZ DE GÜLMEKTEN HAL KALMAMIŞTI.  Öyle gülüyordum ki nefesim kesilecek gibi olunca uyandım.

BU BİR RÜYAYDI. KALIN SAĞLICAKLA, HEPİNİZE İYİ GÜLMELER.

Saygı ve sevgilerimle.