Zorunlu eğitimi 12 yıla çıkaran ve bunun 4+4+4 şeklinde kesintili olmasını sağlayan yasa dövüş-kavga arasında yasalaştı.

Ben öncelikle yasanın içeriğine değil de, yasalaşma sürecine değineceğim. Sayın Başbakanımız “Dindar nesil yetiştireceğiz” açıklamasını yaptı ve akabinde hemen uygulamaya başlandı. Bunu sağlayacak yasa tasarısı hızla meclise sevk edildi. İleri demokrasi söylemlerini dahi gölgede bırakacak bir ilerilikte ve hızda yasa kesinleşti. Demek ki, bir türlü anlayamadığımız ileri demokrasi buymuş. Ülkenin geleceğini ilgilendiren hayati bir konuda kimsenin gıkı çıkmadan bu iş halledildi. Bizler de demokrasiyi az buçuk bilirdik ama ileri demokrasiyi de bu vesileyle öğrenmiş olduk.

Yasa tasarısı gündeme geldiğinden bu yana, yurt içinde ve yurt dışında 42 yıl eğitimin içinde bulunan, köy öğretmenliğinden gelen, öğretmen yetiştiren bir eğitim fakültesinin dekanlığını, hatta o üniversitenin rektör yardımcılığını yapmış bir insan olarak, yasalaşma sürecini izlemeye çalıştım. Kafamda bir fikir oluşturamadan yasa kesinleşti. Birkaç sivil toplum kuruluşunun konu hakkındaki görüşlerini gördük. Bazı televizyon kanallarında eğitimcilerin dışında (az sayıda olsa da elbette eğitimci vardı) insanların konuyla ilgili tartışmalarını izledik. Birkaç eğitim fakültesinin alelacele beyanatlarına rastladık. Bunların hiçbirisine itibar eden olmadığı gibi üstüne üstlük bir de azar işittiler. Derken gece yarılarına, sabahlara kadar süren meclis maratonu sonucunda yasanın kabul edildiğini gördük. Yine de ülkemiz ve çocuklarımız için hayırlı olsun.

Türkiye’de mevcut 76 eğitim fakültesinin dekanları 3-5 gün önce Ankara Üniversitesi Eğitim Fakültesinin ev sahipliğinde bir araya geldiler. Sonucunu bilmiyorum ama, bu konuda kamu oyuna deklere edilmiş bir açıklamalarına rastlamadım. Yeni sistemin en önemli unsuru olan öğretmenleri yetiştirecek bu kurumların bu denli hayati bir konuda ortak bir görüşlerinin olması gerekmez miydi? Bu saatten sonra zaten hepsi boş. Yasa bugün yarın onaylanır ve yürürlüğe bile girer.

Asıl önemli olan ve ürkütücü olan yanı, yasa sonrası yapılan açıklamalar: Böylece 28 Şubatın izleri siliniyormuş, 8 yıllık kesintisiz eğitimin rövanşı alınıyormuş vb…Böyle yasa çıkartılır mı? Yasanın muhatabı elbette tüm inanlarımız ama, eğitimin temel direği öğretmenler başta bu yasa nedeniyle ikiye bölündüler. Galipler ve mağluplar.

Yaslaşma süreci için bunları kısaca söyledikten sonra, yasanın içeriği hakkında da özetle bir şeyler söylemek gerekiyor. Daha önce bu köşede yazdım. Gelişmiş ülkelerden özellikle Avrupa’dan örnekler çok verildi. Buralarda zorunlu eğitimin 11-12 yıl olduğu vurgulandı. Doğrudur. Bu ülkelerde zorunlu eğitim böyledir. Ancak, onlara sizde eğitim kesintili mi, kesintisiz mi? Diye sorarsanız sizin yüzünüze bakarlar ve “ne demek istediğinizi anlamadım” derler. Zira oralarda çocuk yaş olarak 18-19 yaşına kadar herhangi bir okula devam etmek zorundadır. Yani Devlet oralarda 18-19 yaşına kadar çocuğu yeteneklerine göre bir okulda tutar. Bizdeki gibi ağırlıklı dini eğitim verilen okullar ve bunların dışındakiler gibi bir ayrım olmadığından fazla tartışılmaz. Çünkü ilköğretim ve ortaöğretimde din eğitimi konusu çözümlenmiştir. Çocuk hangi ilköğretim, hangi ortaöğretim kurumuna giderse gitsin ihtiyacı olan din eğitimini alır. Kimse de “benim çocuğum bu kadar din eğitimiyle dinini yeterince öğrenemiyor” demez.

Televizyon tartışmalarında ve çeşitli medya organlarında örnek gösterilen Almanya’daki durum çoğunlukla yanlış aksettiriliyor. Oysa Almanya’daki durum şudur: Çocukların özellikle 5-6 yaş grubu (zorunlu olmasa da) büyük oranda okul öncesi eğitim alır. İlköğretimin ilk dört yılından sonra çocuğun başarısına göre önünde üç seçenek vardır: 1. Çok başarılı olanlar: Gymnasiumlara yönlendirilir. Buralar doğrudan üniversiteye öğrenci gönderir. 2. Orta düzeyde başarılı olanlar: Realschulelere yönlendirilir. Bunları bitirenler  tekniker türü insan yetiştiren yükseköğretim kurumlarına yönlendirilir. 3. Daha altı düzeyde başarılı olanlar. Bunlar Hauptschulelere yönlendirilir. Bunları bitirenler Meslek elemanı yetiştiren kurumlara, çoğu kez de mesleki alanda pratik sağlayan işletmelere yönlendirilir. Sonunda kalifiye bir meslek erbabı olurlar. Bu üçlü yapı Almanya’da Prusya Döneminden bu yana sıkı biçimde korunur. 1990’lı yıllarda göçmen işçi çocukları yanında, işçi kesiminden Almanların da yönlendirmenin çok erken yaşlarda olduğu itirazları üzerine 4. Bir okul türü olan Gesamtschuleler (toplu okullar) oluşturulmuştur. Çocuklar 5-6-7. Sınıflarda kendilerini ispatlarlarsa bu okullardan Gymnasium ve Relschulelere geçme imkanı sağlanır.

Alman ekonomisi ve iş yaşamı bu üçlü sistemden kolay kolay vazgeçmemektedir. Çünkü bu sayede ekonominin gerektirdiği üst düzey yetişmiş insan, orta düzey meslek elemanı ve kalifiye işgücü dengesi sağlanmış olmaktadır. Almanlar bunun yanında Genel Eğitim ve Mesleki Eğitim dengesini sağlayan dual sistemi son derece dengeli uygulayan nadir ülkelerden birisidir.

Örnek verdiğimiz Almanya’da bir aile benim çocuğum örneğin “hristiyanlığı da çok iyi öğrensin. Bu itibarla ağırlıklı din eğitimi verilen bir ortaöğretim kurumunda okusun. Sonra isterse doktor, isterse mühendis olsun.” demez. Teoloji okumak elbette herkesin hakkıdır. Eğer çocuğunun yetenekli olduğunu düşünüyorsa yatay ve dikey mobilite (hareketlilik) her zaman mümkündür. Mesleğe yönlendiren Hauptschuleden Realschuleye, oradan da üniversiteye kapı açan Gymnasiuma geçme hakkı vardır. Bu okullara geçiş mutlak bir hak değildir. Bunu tersi de mümkündür. Aynı şekilde 4. Sınıftan sonra Gymnasiuma ayrılan bir öğrenci başarılı olamazsa Realschuleye, oradan da Hauptschuleye kaydırılır. Meslek eğitimi çoğu kez yanlış yorumlandığı gibi öyle ilköğretimin 4. Sınıfından sonra değildir. Ortaöğretim ortalarından itibaren mesleğe yönlendirme başlar.

Aslında 1973 tarih ve 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanununda yukarıdaki üçlü sistemi andıran bir hüküm mevcuttur. Bu yasanın ortaöğretimi tanımlayan maddesinde ortaöğretimi üçlü bir yapıda tanımlar.

1739’un 28/2 maddesi; “ortaöğretim kurumlarının amacı ve görevi öğrencileri, çeşitli program ve okullarla ilgi, istidat ve kabiliyetleri ölçüsünde ve doğrultusunda yüksek öğretime veya hem mesleğe hem de yüksek öğretime veya hayata ve iş alanlarına hazırlamaktır.

Bu görevler yerine getirilirken öğrencilerin istekleri ve kabiliyetleri ile toplum ihtiyaçları arasında denge sağlanır.” Hükmünü taşımaktadır. Bu maddenin uygulanması İmam-Hatip Liseleri yüzünden tartışma konusu olmuş, bundan diğer meslek liseleri de nasibini almıştır.

Şurası unutulmamalıdır ki; her ülkenin eğitim sistemi ve yapısı o ülkenin ekonomik ve sosyal yapısına uygundur. O yüzden bir ülke diğerine tam bir şablon olamaz. Ancak, bizdeki tartışma farklı bir kulvarda ve boyuttadır. Geçmişte tartışmanın ekseninde imam-hatip vardı. Bu gün de. Böyle olunca da ne yaparsanız yapın fayda etmiyor.

Görünen o ki, tartışma bitmiyor. Yeni bir tartışma başlıyor. Keşke bunları enine boyuna tartışarak yapsaydık. Ülkenin geleceğini ilgilendiren böyle hayati bir konuda asgari müştereklerde bizleri birleştiren bir düzenleme veya reform yapabilseydik.