Niçin sofra?

Sorusunu Atatürk’ün gençlik arkadaşı ve sofralarının en devamlılarından biri olan eski Dış İşleri Bakanı Dr. Tevfik Rüştü cevaplamıştı.

Şimdi isterseniz:

-Nasıl bir sofra?

Sorusunun yanıtını da ta 1925’ten ölümüne kadar Atatürk’e Çankaya’da,

Sofrabaşılık etmiş olan İbrahim Ergüven’den dinleyelim.

İbrahim Ergüven der ki:

-Atatürk’ün sofrası,

Sonradan çok bir okula benzedi.

Sofrayı hazırlarken,

Nasıl çiçekle süslemeyi ihmal etmezsem tabakların,

Bıçakların,

Bardakların yanına mutlaka birer bloknot ile kalem yerleştirmeyi de hiç unutmazdım.

Yemek odasının bir köşesinde de okullardaki gibi,

Bir de karatahta bulunurdu.

Tebeşiriyle,

Silgisiyle o da sofranın bir parçasıydı.

Belki şaşanlar olur ama o kara tahtaya ben bile çağrılmışımdır.

Biz sofrayı hazırlarken,

Atatürk’ün davetlileri de genellikle bilardo odasına alınırlardı.

Bazen Atatürk davetlilerini bilardo oynarken karşılardı.

Bilardoyu ise iyi oynardı…

Davetlilerin tamamı olunca da:

-“Buyurunuz isterseniz sofraya oturalım.”

Diyerek ev sahipliğini daima kendisi yapardı.

Sofrada konuşulan ya da tartışılan konular,

Çoğu kez şafak sökünceye kadar sürebilirdi.

Atatürk’ün başlıca mezesiyse,

Tuzlu leblebi idi,

Fıstık idi.

İçkiyi az içerdi.

Sofradaki misafirler arasında alkolün etkisi altında kalanlara da rahatsız olmamaları için,

Hemen izin verirdi.

Zira sarhoşluktan hiç hoşlanmazdı.

Tartışılan konuysa,

Düşüncelerini öğrenmek istediği misafirlerine:

“-Beyefendi siz bu konuda ne buyuruyorsunuz?”

Diye sorardı.

En uzun konuşmaları bile tahammülle dinlerdi.

Sonra bir başka misafire dönerek:

“-Ya siz ne diyeceksiniz acaba?”

Ya da:

“-Sizin bir diyeceğiniz var mı?”

Sorularıyla sürdürürdü.

“Bilinen Atatürk Köşkü’nün yanındaki ‘Atatürk evi’ halen bu düzendedir.” (Atatürk’ün Sofrası. Hikmet Bil. Uncu yayını. S: 23-24-25. 1981. İstanbul.)

05.08.2022 - Ankara