Bu ülkede çok zaman oldu, ortak bir gönenci yaşayamıyoruz.
Ortak gönenci, gururu yaşamayı bir kenara bıraktık, umudu var edemiyoruz. İnsanlar şaşkın, en önemlisi de umutsuz. Bu ülkenin aydını, yazarı, çizeri, sanatçısı, bilim adamı kaç kuşak mücadele verip bedeller ödedi…
Bugün geldiğimiz noktada; yaşam gri ile kara arasında bir yerde. Akşam yatıp, sabah kâbusa uyanan bir belirsizlikteyiz. Sarkaç halinde kötü ile daha kötü arasında gidip geliyoruz. Bedenimizin özellikle beyin denilen kısmı tutulmuş, çalışmıyor… Her şey elimizin ayağımızın altından kayıp gidiyor.
Toplumda siyasi, hukuki, ekonomik vb. olumsuzluklar yanında başka dramlar da yaşanıyor. Bu günlerde yazılı ve görsel medyadan cılız bir çığlıkla duyurulan bir “çocuk gelinin” ölüm haberi var. Konu yeni değil, ülkenin hiç durmayan, kanayan yarası. “Ben bu sancılı konuyu yazmasam neyi yazarım...”
Çocuğun adı Kader. Kader kız; 12’sinde gelin. 13’ünde anne, 14’ünde ölü… Kader, kısacık yaşamına bu kadar acı sığdırmış… Ve artık “çocuk gelin, anne” yaşamıyor.
Kadın dernekleri, medyanın bir kısmı ayakta.. Yetmez, yetmiyor. Yetseydi, yeterince duyarlılık olsaydı, yıllardır bu çığlık duyulsaydı, bir arpa boyu yol alınırdı. Nedense hep bir dram üzerine soruşturma açılıyor. Kime ne soracaklar, hem kim neyi, ne kadar doğruyu söyleyecek. Sonrası, sonrasını bilmiyoruz. Kimse ceza almıyor, suçlu bulunamıyor.
Suç hepimizin, Kader’i de diğerleri gibi hepimiz elbirliği ile öldürdük. Bu ülkede şimdiye kadar ne “Kaderler” toprağa verildi. Nedir bu ülkenin kızlarının, kadınlarının töre, gelenek, görenek dediğiniz, yere batası kurallarınızdan çektikleri!
Nedir, bu ülkenin kadınlarının; uçsuz-bucaksız karanlıklardan, fetvalarınızdan, gerekçelerinizden çektikleri! Nedir bu ülkenin kadınlarının; cinayetlerden, tacizlerden, tecavüzlerden çektikleri! Nedir bu ülkenin kadınlarının; bedenleri üzerinde hak taleplerinizden, mağrur bakışlarınızdan, sahiplenme adına sevgiyi, sevdayı yok edişlerinizden çektikleri!
Bu yangına kim dur diyecek!
Bu ülkenin 12-13 yaşında körpe bedenleri topraklara seriliyor. Ne zaman bir çocuk gelin öyküsü duysam; Cengiz Aytmatov'un “İlk öğretmenim” öyküsü belleğimde kazındığı yerden çıkıyor, dikiliyor karşıma. Yazar, bu öyküde neredeyse bir asır geride kalmış, sonu iyi biten bir öyküyü anlatıyordu. Biz, bir asır sonrasında hiç insanlaşamamışız demek ki…
Ülkemizde, günlük haberlerin içinde duyulamayan, bilinemeyen sayısız yaşam yok oluyor. Yaygın basında birçok köşe yazarı bu konuya değinmiş. Kim duyuyorsa…
Yılmaz Özdil de bir yazı yazmış, “herkesi bırakın imamları sorgulayın” diyor. “Bir yürekli savcı çıksın” diyor. Her şeye bir dini gerekçe bulanlar, bu çocuk gelinlere dini nikâh kıymayı sürekli reddetselerdi, toplum böyle cesaretli olup, bu işler bu kadar yaygın hale gelir miydi? Olayın olduğu yere giden, medya çalışanları ailenin kadınlarının mühürlenmiş ağızları yerine konuşan, korku dolu gözlerini anlatıyorlar. Ayrıca Kader’in dini nikahının toplumda dini lider sayılan bir kişi tarafından kıyıldığını anlatıyorlar.
Konu; töre, dini kural olunca akan sular duruyor. Sonra da insanlar ölüyor, yaşamlar yok oluyor. Bu ülkede her şey, her söz, her kural insan yaşamından değerli neredeyse. İnsan kendi mutluluğuna hizmet etmeyen bu yaşamı neylemeli bilmem ki.
Neredesiniz, insan haklarını savunan kadınlar, uygar erkekler. Omuz verin! Çıkalım, bu Ortaçağ bataklığından.
Umut olun! Ses verin! Bu yangını söndürmeye bir damla su olun..