Bu terör belası yürek yakmaya devam ediyor. Milletçe başımız sağ olsun.
Böyle acılı günlerde tasavvuf felsefesine sığınarak huzur bulmaya çalışırım.
Bazen zordur yaşamak. Nefes almak bile güç gelir insana…
Bir kuşun kanadına takılıp gitmek istersin uzaklara..
Bazen bir güzel söz tutar insanı ayakta…
Bir canın sıcak gülümsemesi bağlar insanı hayata…
Bir de üç kelime kalır yüreklerde…“KENDİNE İYİ BAK”,
Bu yalancı dünyada… (ANONİM)
Mutlak varlığın muhteşem bir tasarımı olan insan tekâmül ederek, kendi türünün mükemmelliğine ulaşmadıkça, cahil, aptal, vahşi ve acımasız bir garabete dönüşür.
Hüda-i nâbit gibi yetişen gelişmemiş, duygusuz ve soysuz insanın ne kendisine, ne de başkasına sevgisi ve saygısı vardır.
Sofokles, “Bozulduğu zaman insandan daha korkunç bir yaratık yoktur.” der.
Bu teröristler de insanlıktan nasibini almamış, bozulmuş insan tipleridir.
Terör insanlık suçudur. Terörün çirkin yüzü toplumun huzur ve kardeşlik duygularını hedef almaktadır. Terörü lanetliyor ve şiddetle kınıyorum.
Ölenlere Allah’tan rahmet, acılı ailelerine de baş sağlığı dilerim.
Bu konuda devletimizin ve güvenlik güçlerimizin sonuna kadar yanında olmalıyız.
Acı ve ıstırap dolu günler yaşıyoruz. Ben her zaman olduğu gibi Türk müziğinin çok anlamlı ve güzel şarkılarıyla dertlerimi unutmaya, teselli bulmaya çalışıyorum.
1968 yılında Akşehir Askerlik şubesinde yedek subaylığımı yaparken bir akşam Necdet Tokatlıoğlu’nun konserine gittim. Resmi kıyafetle protokolde otururken; Necdet beyin yeni bestelediği şu güzel Hicaz şarkıya eşlik etmeye başladım.
Bu ne acı bu ne keder, / Sus kalbim sus artık yeter,
Bu dert ölümden de beter, / Sus kalbim sus artık yeter…
Necdet bey, yanımda oturan Albay’a, “Albay’ım Teğmen’i sahneye alabilir miyim?” diye sordu. Albay izin verince ben de sahneye çıktım ve bu güzel şarkıyı Necdet beyle beraber okumuştuk. Sözlerini Mehmet Karaca’nın yazdığı, Neşe Can’ın meşhur ettiği bu hazin ve içli şarkıyı okurken çok duygulanırım.
Böyle acılı hallerime tercüman olan bir başka şarkı da sözleri Kâzım Ömer beye, bestesi Lem’i Atlı’ya ait şu güzel Uşşak bestedir.
Günler geçiyor gönlümün ezvakı tükendi, (Ezvak=Zevkler)
Sustum da hazin rûhumun feryâdı tükendi.
Bilmem ki gönül sen ne idin, sende ne vardı,
Ömrüm bitiyor aşkımın ilhâmı tükendi…
Geçen ay çok merak ettiğim, Yüksel Yazıcı’ya ait kuşlar âleminin bilgesi meşhur İran’lı filozof Feridettin Attar adlı kitabı okudum.13. yüzyıl erenlerinden olan Feridettin Attar (Feridüttin (1119 ?-1229 ?) Nişabur’da doğmuştur. Feridettin Attâr, “Mantıku’t-Tayr” yani “Kuşların Dili” adlı muhteşem eseriyle tasavvuf düşüncesinin en yoğun biçimde yaşandığı 13. Yüzyılın burcuna dikilmiş bir anıt gibidir.
Batıdan ve doğudan pek çok filozofu etkileyen Feridettin Attar, Nişabur’da on yaşlarında gördüğü Mevlana için babası Bahattin Sultan Velet’e; “Biliyor musun, senin oğlunda dünyayı yakacak ateş var.” diyerek müjde vermiştir.
Feridettin Attar, yalnızca Ortadoğu’nun değil tüm dünya edebiyatının önemli şair ve yazarlarından biridir. Feridettin Attar, tasavvuf (mistik) âleminin gizemli merhalelerini, geçirdiği evreleri ve vardığı mana okyanusunun içindeki ruhsal dalgaları şu mısralarla dile getiriyor ve kendisini şöyle tanımlıyor.
Sırlar âlemine uçan kuş idim, / Alçaktan yükseğe çıkmak diledim.
Sırra sahip kimseyi bulamayınca, / Girdiğim kapıdan dönmek istedim.