Son yıllarda ülkedeki değerlerin nasıl yozlaştığını, daha da ötesi bu değerlerle alay edilircesine oynandığını görerek kahroluyoruz.
Ortadoğu başta olmak üzere, Müslüman ülkelerin çoğunda vaziyet ortada. İçlerinde insanca yaşanabilen tek Müslüman ülke Türkiye iken, birileri benzer bataklığa güzelim ülkemizi de sokmak için uğraşıyor.
Her gün Müslüman Müslüman'ı katlediyor. Boğazını keserken de tekbir getiriyor. Bizim çocukluktan itibaren kitaplarda okuduğumuz, büyüklerimizden dinlediğimiz İslam ile bunlar hiç uyuşmuyor.
Cumhuriyet'i kuranların, başta Mustafa Kemal olmak üzere, İslam ile bir sorunları ve mücadeleleri yoktu. Hatta dinin temel koruyucusu, demokrasinin ve dinin sigortası olan laikliği kabul etmek suretiyle, O'nu insan yaşamındaki en ulvi yere oturttular.
Osmanlı'yı evirip çevirip ortaya getiriyorlar. Osmanlı'nın yaşayacak hali mi kalmıştı? Her imparatorluk gibi O da bir gün sona erecekti. Şu kısacık yaşamımızda çoklarının toz kondurmadığı, asla yıkılmaz dediği Sovyet İmparatorluğu'nun dağılışına şahit olduk. Rusya'nın durumu ortada. Dün bir, bugün iki gün geçti. Koca Rusya, Romanya'da Çavuşesku'yu, Bulgaristan'da Jiwkov'u başta tutacağım diye cemseler dolusu asker yolluyor. Oraları bekletiyordu. Yani çok yeri ayakta tutmak kabil değildi. Astarı yüzünden pahalıya geliyordu. Gorbaçov, akıllı adammış. İnsanları birbirine kırdırtmayayım dedi ve Glasnost, perestroika diyerek işin önünü açtı.
Şu Arabistanlı Lawrens filmini izlemeyen yoktur. Zavallı Osmanlı askeri. Üst baş dağınık. Atlar bir deri bir kemik. Çölde artık geri çekiliyor. O atlar ve Mehmetçik çölde batan ayağını kumdan çıkartamıyor. Mecali kalmamış. Bizim kutsal topraklar diye gözümüzden esirgediğimiz o yerler ve insanlar Mehmetçik'i arkadan hançerliyor. Herkes artık özgürlük, bağımsızlık diyor. Fransız ihtilalinden bu yana özgürlük, bağımsızlık ve ulusalcılık önem kazanmış. Sen ne yaparsan yap, din kardeşiyiz de, fayda etmiyor.
Mustafa Kemal ve arkadaşları dağılan imparatorluk üzerine öyle sağlam temeller üzerine dayalı bir devlet kurmuşlar ki, bunun kıymetini şu Ortadoğu batağına baktığınızda çok iyi anlıyorsunuz. Ama, anlamayanlar ve anlamak istemeyenler kulaklarını ve gözlerini kapatmışlar.
Yıllar öncesinden beri maalesef bu günlerin ayak izleri duyuluyordu. Cumhuriyet’in ilk 10-15 yılında başlatılan aydınlanma Atatürk’ün ölümünden sonra sözde devrimci ve sahte aydınlanmacıların eline düştü.
Bu günleri gören nice aydın veya bu ülke için kafa yoran herkes, Köy Enstitüleri, Halk Evleri kapanmamalıydı. Köy Enstitüleri bu ülkede hiç değilse birkaç kuşak yetiştirebilseydi ülkemizde bugün nelerin olacağını nelerin olmayacağını bir düşününüz. Sabah akşam Atatürk’e, İnönü’ye dil uzatanlar Aziz Sancar gibi Nobel ödüllü bilim insanının söylediklerinden acaba bir ders çıkartırlar mı? Bu mütevazı bilim insanı bu başarımın arkasında ülkemin bana verdiği Tıp Eğitiminin rolü büyük diyor. Cumhuriyet henüz yeni. İstanbul Üniversitesi bizzat Mustafa Kemal’in direktifleriyle reforma tabi tutuluyor. Meşhur İsviçreli Pedagog Albert Malche’ın raporu doğrultusunda çağdaş üniversitenin temelleri atılıyor. Nazi zulmünden kaçan çok sayıda Yahudi asıllı Alman bilim insanı Türkiye’ye geliyor. Ulu önder bu gelişmeleri adım adım izliyor. Ülkenin az gelişmiş bölgesinden Aziz Sancar çıkıyor ve Nobel ödülü alıyor. Bu Cumhuriyet’in başarısı değil de nedir? Hele bir de Köy Enstitülerinin ve Halk Evleri kapatılmasaydı.
Kapatılmasaydı neler olurdu? Kapatıldı neler oluyor? Bunlar saymakla bitmez. Bu yazının kapasitesini de aşar. Yine de birkaçını söyleyelim:
İnsanlar otobüsler dolusu bir şeyhi ziyarete gitmez, derdine çareyi modern tıpta arardı.
Bu sorunu ulemaya danışalım diyen yöneticiler yerine modern bilim ne diyor? Durumu o açıdan inceleyelim. Ülkemiz Hukuk Devleti. Bunun kuralları neyi öngörüyorsa onu uygulayalım derdi.
Ulema ulema gibi olur; hırsızlığa, yolsuzluğa cevaz vermezdi.
Daha fazla yazarsak suç olur. En iyisi mi burada kalsın.