Yaşadığımız şu günlerde olduğu gibi üniversite yerleştirme sonuçları açıklanır açıklanmaz, bir yerlere yerleşemeyenlerin evleri sessiz ve karanlık bir uçurumun ürküntüsüne bürünürken, kazanılan evlerde radyosu sonuna kadar açılmış bir otomobilden fışkıran müzik sesi taşkınlığıdır yaşanılan. Aylar hatta yıllar süren bir beklentinin, birikimin, yutkunmanın ve sabrın dışa vurumu, boşalımıdır.

O anlarda pek de düşünülmeyen ise yolun henüz ilk dönemecinin dönülmüş olmasıdır. Daha kayıt için gidilecek, bu arada da yurt işi halledilmeye çalışılacaktır. Genelde babalar çocuklarını devlet yurtlarına yerleştirerek bu sorunun üstesinden gelmeyi düşünürler; çünkü maddiyat da önemlidir. Taze üniversitelimiz erkekse, genellikle babanın dediğine uyulur ve yurda kaydı yapılır; ama ya kızsa? Hemen anneler ve kızları el ele vererek yurdun olumsuzluklarını dillerine dolayıp mutlaka ev tutulması gerektiği üzerinde babayı derinden derine işlemeye başlarlar. Bu konuda deneyimli olanlar da eve çağrılarak ikna operasyonuna katkıda bulunulması istenilir.

Zavallı baba. Bu kadar baskının altında ne kadar direnebilir ki? İlk günlerde çelik gibi sağlam olan düşüncelerinin, uğradığı bombardıman karşısında gittikçe yumuşadığını ve beyninde ikirciklerin kaynaştığını hisseder. Ve sonunda da her zamanki gibi kaybeden o olur. Yurtta kalmaktan iki-üç kat fazla masrafa mal olacak bu karar verilince ana-kız bir kez daha zafer kazanmanın mutluluğu ile kucaklaşırken, baba da bir kenara çekilerek ufukta görünen maddi krizi nasıl göğüsleyeceğinin hesaplarına dalar.

Çocukluğundan beri kurduğu hayali gerçeğe dönüşüp üniversiteli olan gencimizin aklında tam anlamıyla kavak yelleri esmekte, her şeyi tozpembe görmektedir. Artık bankada kendi adına bir hesabı ve azaldığında bir telefonla yatıveren parası olacaktır. Ayrıca da, bu paranın nerelere harcanacağına da hiç kimseler karışamayacaktır. Hem artık özgür değil midir canım? Tanrım, ne güzel şeydir bu özgürlük! İstediğimi giyip istediğim yere gidebilmek ne güzel! Baba baskısından kurtulmuş olmak ne güzel! Annenin, kıyafeti ve odasıyla ilgili seçimlerine karışamayacak olması ne güzel! Hele hele kardeşimin zırt pırt odama girip her şeyimi karıştırmasından kurtulmuş olmak ne güzel!

Oysa ister yurtta, isterse evde kalınsın büyük bir hayal kırıklığı beklemektedir kendisini. Okulun başladığı ilk günlerde hissetmeye başlar bunu. Bu kadar yıldır hayalini kurup ergenliğini ve gençliğini bile yaşayamamasına neden olan üniversite dedikleri bu mudur yoksa? Yıllardır gözünde büyüttüğü doçentler, proflar şu sıradan insanlar mıdır? Bunun için midir bu kadar çaba? Bunun için midir gencecik yaşında dökülen ya da ağaran o güzelim saçlar?

Bir eksiklik vardır yaşamında; bir tedirginlik, bir yabancılık sarıvermiştir benliğini. Ne yapsa, kiminle gezip kiminle konuşsa bitmemekte, daha bir sarmaktadır yüreğini. Kokladığı hava, içtiği su, yediği yemek… Her şey farklı, her şey yabancıdır. Ne içtiği çayın, ne de ağzında yuvarlayıp durduğu bir lokma ekmeğin tadını alamamakta, hani o beğenmeyerek şikâyet edip durduğu doğup büyüdüğü yerler, sılası, en önemlisi de sürekli kurtulmak için gün saydığı evi, anası, babası ve “bir gün senden kurtulursam kurban keseceğim” dediği kardeşi buram buram burnunda tütmektedir.

Daha geleli birkaç gün olmadan evini özlemiştir. Çabucak kirleniveren ve nasıl yıkanıp ütüleneceğini bile doğru dürüst bilmediği gömleğine bakarken anacığını, fermuarı bozulmuş çantasına bakarken babacığını ve kucağına atlayıp boynuna sımsıkı sarılacak kardeşini özlemiştir. Evinin düzenini, cam bardakta çay içmenin mutluluğunu, lavabodaki havlunun niçin hep temiz kaldığını, kısacası ailesini özlemiştir.

Tercihler yapılırken babasının söyledikleri ve kendinin verdiği karşılık aklına geliverir birden. Ne söylemişti canım babacığı: “Kızım, orayı yazmayalım, çok uzak. Üstelik de memleketimiz ile doğrudan ulaşım bağlantısı yok.” Ya o ne cevap vermişti: “Bırak baba yaaa! Şu çağda uzak yer mi kaldı? Paran varsa her yer yakın…” Oysa değildi. Gerçekten de çok uzaktı ve ilk gidebileceği uygun zamana da en az iki ay vardı. Zaten o birkaç günün yarısı da yolda geçecekti. Oysa babasının yazılmasını söylediği yerler… Şimdi anlamaktadır niçin çırpınıp durduğunu. Yavrusu içindir; onu daha sık görebilmek içindir…

Ailesiyle yaşadığı sorunlar ve o anlarda hissettikleri gelir aklına. Hani o evden kaçmayı bile düşündüğü dönemler; kendi kendine “Ben niye bu evde doğmuşum, keşke falancaların çocuğu olsaydım!” diye düşündüğü anlar. Ve o günlerin aslında ne kadar güzelliklerle dolu olduğunu anlayamadığı ya da anlamak istemediği dönemler. Ve şimdi yüreğini burkuveren dolu dolu bir pişmanlık duygusu…

güzeldir üniversite kazanmak ve ne güzeldir evden uçup gidivermenin tatlı kıpırtısı. Eh, bize de arkalarından söylenecek tek bir temenni kalıyor: HADİ SİZE İYİ UÇUŞLAR! GÜLE GÜLE GİDİN. YOLUNUZ AÇIK OLSUN.

DÜŞÜNEN SÖZLER:

•Anne gezdiğin bağ, baba yaslandığın dağdır. Ömrün en güzel çağı da annen ve babanla olandır. ATAOL BEHRAMOĞLU

•İster kral, ister köylü olsun, dünyada en mutlu insan evinde huzur olandır. GOETHE

•İlacı olmayan bir hastalıktır hasret, içtiğin çayda, söylediğin türküde bile aklına gelir. KHALED HOSSEİNİ

•Gençlik hayatın sonunda olmalıydı, ondan ancak o zaman yararlanırdık. SİR THOMAS BEECHAM

•Ayrılık küçük sevgileri yok eder, büyük sevgileri daha da yüceltir. Tıpkı rüzgârın mu-mu söndürüp ateşi ise daha da alevlendirdiği gibi. ANONİM