Kim ne derse desin Yunanistan seçimleri birçok Avrupa ülkesinin kimyasını sarsar, Avrupa burjuvazisini ürkütür oldu.
Öyle ki bu seçim, neoliberal sömürünün tarumar ettiği ülkelerde siyasi kavgaya açılan yeni bir kulvar oldu.
25 Ocak Pazar günü yapılan seçimde, Radikal Sol Koalisyon (SYRİZA) % 36,34 oyla 300 milletvekili olan parlamentoda 149 milletvekili kazanmıştı.
Radikal siyasetlerden oluşan koalisyonun bu başarısı, birçok Avrupa ülkesinin merkez partilerini ürküttü.
Ve SYRİZA'nın bu başarısı ile Yunanistan'da, merkez sağdaki Yeni Demokrasi Partisi (ND) ve merkez soldaki Sosyal Demokrat Parti PASOK'un 41 yıllık hakimiyetine büyük bir darbe vuruldu.
Ve de SYRIZA'nın başkanı Aleksis Tsipras, bu sonucu "Seçimlerde, Yunanistan'daki elit, oligarşik ve anti-demokratik güçler kaybetti" şeklinde ifade etmiştir.
Nitekim PASOK'un oy oranı 2009 seçimlerinde % 44 iken, 2012 seçimlerinde % 12 ve 2015 seçimlerinde % 4,68'e düştü.
Daha da önemlisi; SYRİZA'nın AB-İMF-Avrupa Merkez Bankasından oluşan TROYKA'ya başkaldırısı ile aldığı halk desteği, birçok ülkenin ezilen sınıflan için bir umut ışığı oldu.
Aslında bu sonuç:
-Orta ve alt sınıfların, küresel güçlere ve boyun eğen iktidarlara bir isyanı idi...
-Yani Yunan halkının neoliberal sömürüye bir öfkesi idi...
* * *
Elbette SYRİZA'nın bu başarısı, Türkiye'de de bir heyecan yaratır oldu.
Özellikle Türkiye solunda güçlü bir sol muhalefet yaratmak isteyen, hatta iktidar kavgası veren siyasetlere bir heyecan kattı.
Günlerdir yazılı ve görsel medyada, bu heyecan tartışıldı ve de tartışılmakta.
Ancak Türkiye'de böyle bir oluşumun başarısı, Türkiye koşullarına uygun bir yaklaşımla olabilecektir. Bu nedenle Yunanistan ve Türkiye'nin sosyolojik ve siyasal farklarını görebilmek gerekir.
Örneğin:
-Yunanistan'da bir demokrasi sorunu yoktur, bizde vardır.
-Yunanistan'da Cumhuriyet karşıtlığı yoktur, bizde vardır.
-Yunanistan'da laiklik sorunu yoktur, bizde vardır.
-Yunanistan'da Kürt sorunu yoktur, bölünme tehlikesi yoktur, bizde vardır.
-Yunanistan'da Alevi sorunu yoktur, yani bir inanç sorunu yoktur, bizde vardır.
Ve de bu sorunlar olabildiğince derinleşmiş, büyük bir toplumsal yarılmanın nedeni olmuştur.
Nitekim bugün Türkiye'de siyaset, inanç ve etnik kimlik üzerine oturmuş; Alevi-Sünni, Türk-Kürt ayrımı neredeyse siyasetin belirleyicileri olmuştur.
Öyle ki toplumsal muhalefetin, demokratik tepkilerin bile itici gücü bu yarılmalar olmuştur.
* * *
Peki, Türkiye'de böyle bir başarı elde edilemez mi? Elbette edilebilir.
-Yunanistan seçimleri göstermiştir ki, merkez partileri çözülmektedir. Halk desteğini kaybetmektedir.
-Türkiye'de de 2000'den bu yana bu süreç yaşanmıştır. Merkezin sağındaki ve solundaki partiler halk desteğini kaybetmiştir.
Çünkü merkez partiler, bugünkü haliyle toplumsal taleplere cevap veremez olmuştur.
Görülmelidir ki, bugün ülkemizde "dipten gelen büyük bir toplumsal dalga" vardır. Dipten gelen bu toplumsal dalga; neoliberal sömürüye karşıdır, küresel politikalara karşıdır, statükoya karşıdır, katı devletçi reflekslere karşıdır.
İşte bu nedenledir ki, Türkiye'de:
-Giderek büyüyen bu dalga, etnik ve inanç kimliklerine yönlendirilmiştir.
-Ve bugün dipten gelen ve de sol bir önderlikten yoksun olan bu dalganın gücü, Siyasal İslam'da vücut bulur olmuş ya da oldurulmuştur.
İşte bugün:
-Muhafazakâr kesimin Siyasal İslam'la bağını koparabilen...
-Özellikle Kürt ve Alevi sorununun çözümüne yönelik bir proje sunabilen...
-Küresel güçlerin sömürü politikalarına hayır diyebilen...
Yani böyle bir siyasal proje ile oluşturulacak siyasal güç, dipten gelen toplumsal dalganın yönünü değiştirebilecektir.
Ama bir koşulla... Her şeyden önce bu siyasal haritanın doğru okunabilmesiyle...