Bir varmış, bir yokmuş. 

Hem varmış, hem yokmuş.

Ahh İstanbul! Adı büyük, kendisi adından daha büyük. Büyümek sana yakışır. Tepelerde, derelerde  insan gözünün gördüğü her yerdeki gecekondular apartmanlara, sitelere dönüştü. Siteler boy gösterdi. Sokaklarında insan seli akıyor. Sanki bulutları delen gökdelenlerin var. 

Trafiğe çıkan araçlar, yayalardan daha yavaş ilerliyor. O karışıklığın içinde yol almak dile kolay geliyor.

Kara toprak az gelmiş. Denizler doldurulup insanlara yeni kullanım alanları sunuluyor. Sulak alanlar kurutulup, yeşil alanlar yok edilip hizmette sınır tanınmıyor.

Bunlar yeterli gelmiyor. İstanbul boğazı, karadan farklı değil. İrili ufaklı yüzlerce deniz aracı dur durak bilmiyor.

Diğer taraftan her gün binlerce insan gelip geçtiği yerlerde gözden gönülden ırak birileri var. İstanbul/ Kadıköy’de denize yakın bir yerlerde görmüştüm. Sokakta bir insan var. Kapsama alanını daraltmak için elinden geleni yapmış. İnsanlar görmeye alışmış. Yanından geçenlerin dikkatini çekmiyordu. 

Biran önce hedefe varmak için zamanla yarışıyorlar. Biri sağlık sorunları nedeniyle dengesini kaybetse bile üzerine basmamak için çevresini dolaşacaklar. Zamanla yarışanların hastaneyle karakolla işi olmaz. Adını bilmediğin bir insan yüzünden başını ağrıtmaya değmez.

Aslına bakarsan duvarda yazılı olan bir sözcük her şeyi anlatmaya yeterliydi. Birileri “yok” yazmış. Her şeyin var olduğu bir yerde yok olan neydi? Var olan bir şeyler neden bu kadar çabuk yok olmuştu?

Belki yorgundu, belki alkolü fazla kaçırmıştı. Sokak hayvanları, sokak çocukları vardı. Adını ağzımıza almadığımız, yüzünü görmek istemediğimiz sokak insanları vardı. Nüfusu 15 milyona ulaşmış bir şehirde onun için olmayanlar vardı.