Yurt dışına çıkarken, cezaevinde senaryosunu yazdığı, yapımına başladığı; önce Erden Kıral, sonra Şerif Gören'in yönettiği, başrolünü Tarık Akan'ın oynadığı, müziğini Zülfü Livaneli'nin yaptığı "YOL" filmini de çıkarmıştı.

Yurt içinde almış olduğu ödüllerin yanında yurt dışına çıkardığı "YOL" filmi, 1982 Cannes film festivalinde "Altın Palmiye" büyük ödülünü almıştı.

Ama 6 Aralık 1982 günlü Bakanlar Kurulu kararıyla, 1983'ten itibaren Türk vatandaşlığından çıkarıldı ve bütün filmleri yasaklandı. Adeta Yılmaz Güney ismi yasaklanmış idi. 13 Nisan 1993'te yani on yıl sonra bu karar kaldırıldı. Ve Yılmaz Güney'in tekrar vatandaşlığa iadesi sağlandı.

Yılmaz Güney Paris'te de boş durmadı. Çünkü o üreten, halkına yüksek sorumluluk duyan bir insandı. Son olarak 1983 yılında "DUVAR" filmini yaptı. Filmi bizzat kendi yönetti. Ama çok hastaydı. Ve mide kanserinden 47 yaşında 9 Eylül  1984 günü öldü.

Ölümünden sonra hem Yılmaz Güney için, hem filmleri için çok şeyler söylendi.

Çünkü o ve filmleri, ezilmiş kitlelerin öfkesini şiddetle dışa vurmayı, sistemi sinema diliyle sorgulamayı; sosyal bir bilinç yaratmayı ve bu bilinci demokratik bir güç haline getirmeyi hedeflemişti.

Nitekim ondan esinlenen ve açtığı kulvarda yürüyen birçok yönetmen, bugün Türk sinemasını uluslararası alana taşıdı. Fatih Akın, Nuri Bilge Ceylan gibi...

İşte birkaç alıntı:

Nihat Behram, "Yılmaz zulme karşı duyduğu satın alınmaz, uzlaşmaya gelmez öfkesiyle halkın gerçek evladı, altın yeteneğiyle insanlığın zenginliği devrimci bir sanatçıdır. Halkın değerlerine saldıranların yarına bir şeyi kalmayacak, fakat Yılmaz'ın halkın bağrındaki kök sarmış çok şeyi var" dedi.

Ahmet Kahraman, "Yılmaz Güney Efsanesi" kitabının yazarıdır. Ve der ki:

"Halkın ilgisi, tapınmaya varan hayranlığı sebepsiz değildi. Çünkü o, altta kalmış bir kesimden fırlayıp gelmişti. Sinemasında da onları anlatıyordu. Bu nedenle beğenildi. Sevgi duvarının doruklarına çıkarıldı. Çirkin Kral oldu."

Türk halkı siyasette, böyle bir sevgiyi yalnız Ecevit'e göstermişti. Namuslu, temiz, dürüst ve samimi olması nedeniyle... Ve onu kendinden bir kişi olarak görmüştü.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, 2010 Kasım ayı içinde Paris'te Yılmaz Güney ve Ahmet Kaya'nın mezarlarını ziyaret etti. Gazeteci Murat Yetkin'e neden gittiğini anlattı ve dedi ki:

"Siyasetçilerin şunu iyi bilmesi gerekiyor. Sanatçılar aykırı insanlardır. Siyasi görüşlerine katılmıyor olabiliriz. Ama kültür-sanat hayatına katkılarına saygı duyduğum için ziyaret ettim."

Başbakan Tayip Erdoğan 2010 yılı Mart'ında, "Demokratik Açılım Kahvaltıları" kapsamında sanatçılarla yaptığı bir toplantıda Yılmaz Güney'e değindi. Ve dedi ki:

"Şunu tüm samimiyetimle ifade ediyorum. Eğer bu ülkenin otoriteleri Yılmaz Güney'in filmlerine kulak vermiş olsalardı, inanın Türkiye bu gün çok farklı bir yerde olabilirdi. Yoksulluğun, yasakların, baskıların, törelerin hüküm sürdüğü bir ortamda Yılmaz Güney'in 'Arkadaş' ve 'Umut' filmleri dilsiz, çaresiz kimselerin sesi, umudu olmuştur."

Sinema eleştirmeni Atilla Dorsay:

"...ve ölüm geldi çattı. Bir büyük, siyah, hain kuş gibi Yılmaz Güney'in hayatına beklenmedik biçimde daldı ölüm. Yılmaz Güney denen güzel adamı tanımış, sevmiş olanların, yalnız onun filmlerini seyretmiş, tat almış olanların değil, yüreği sanat denen şeyden bir parça sıcaklık kapmış olanların, dünyanın hangi ülkesinde yaşarlarsa yaşasınlar, hangi politik, ideolojik kamptan olurlarsa olsunlar üzüldükleri acılı bir olaydı bu..." dedi.

Şair-yazar-düşünce adamı, Türk Sinematek Derneğinin kurucusu ve 1994 yılında bombalı bir saldırı sonucu ölen Onat Kutlar der ki:

"Adana'nın Yenice kasabasından tozlu ayakkabıları, uzun bacakları; bir yana eğilmiş hem gülümseyen, hem hırçın, hem isyancı yüzü ile çıkıp uzun, çetin, yer yer acılar ve kanlı anılar; yer yer zafer çelenkleri ile dolu yollardan geçerek taa Paris'e ulaşan ve orada serüvenini noktalayan Yılmaz Güney'in yaşamı, onurlu bir direncin tarihidir."

Dünyanın en ünlü yönetmenlerinden:

Elia Kazan, "Hayran olduğum bir sanatçı" der.

Emir Kusturica, "Çok önemli bir sinema adamıydı Güney. Son 20 yılın Tarkovski ile birlikte en önemli sinemacısı" der. (Tarkovski, çok ünlü ve dünya çapında birçok ödülü olan Sovyet sinema yönetmenidir.)

Ve Türkan Şoray, "Ben ona sinemanın büyücüsü derim. İnanılmaz bir sinema insanıydı. Maalesef, Yılmaz Güney ile bir filmde çalışamadık. O benim içimde her zaman en büyük acıdır. Onun kadar etkili, yürekten bakan bir insan görmedim. Yılmaz Güney ile birlikte bir film çevirseydim, her halde ona âşık olurdum" dedi.

Hayatı sinema ve cezaevi arasında mücadeleyle geçen ve 28 yıl önce ölen bu insan, hep çağdaş, özgür ve demokratik bir Türkiye'yi düşledi. Düşüncesini sinemaya ilmik ilmik örmeye, sinema diliyle topluma seslenmeye çalıştı.

İşte Türk sinemasında bir efsane olan bu insanın, yani Yılmaz Güney'in şu sözleri de sanki günümüze mesaj vermişti.

"Bir zalime sırt vererek başka bir zalimle savaşılmaz."

"İnsanları taş duvarlar, demir parmaklıklar arasında terbiye etmeyi, onların düşüncelerini önlemeyi düşünen anlayış mutlaka yıkılacaktır."