“Yerli malı yurdun malı, herkes onu kullanmalı” diyerek, ne kadar yerli malı ürünümüz varsa çantalara hazırlar, sınıflarımızda bir hafta kutlama yapardık.

Sıralar yan yana dizilir, annelerimizin Sümerbank’tan alıp diktiği kareli masa örtüleri örtülürdü.

Değirmenlerimizde öğütülmüş, Rusya’dan alınmamış buğdaydan! mis gibi un ile yapılmış çeşit çeşit poğaçalar, çörekler…

Suriye’den almadığımız! patates ile yapılan patates salatası,

Buram buram Anadolu kokan, ABD ve Rusya’dan almadığımız pirinç! ile yapılan zeytinyağlı dolmalar…

Sirilanka’dan almadığımız çay! ile yapılan demlenmiş çaylar…

Meksika, Hindistan ve Kanada’dan almadığımız fasulyeden! yapılmış piyazlar…

İran, Şili, Güney Afrika’dan almadığımız üzüm! ile yapılan kompostolar…

Bunlarla kutladığımız yerli mallarımız vardı.

Yerli malımız kalmadığı için, yerli malı haftamız da kutlanmıyor,

TC yazısı kaldırıldığı için, Türk kelimesi de yok,

Ne korunacak toprak, ne de korunması gereken insanlık kaldı.

Ülkemizi ve topraklarımızı yabancılardan atmak için peşe peşe yapılan savaşlar ve sonunda Kurtuluş Savaşı ülkemizin kaynaklarını bitirmişti.

Türkiye Cumhuriyetinin ekonomisini toparlamak ve hiç olmayan sanayisini kurmak, tarıma elverişli olan ama yokluktan çok azı ekilebilen yerleri canlandırmak gerekiyordu.

Köylüler yoksuldu, tarımla nasıl uğraşacaklardı?

Savaşlar yüzünden genç nüfus azdı.

Ürünler yabancılardan alınmak zorunda kalınmıştı.

Atatürk, yabancı mallar yerine kendi yerli mallarımızı üreterek onlarla yetinmek gerektiğini anlatmak istiyordu.

Mecliste yaptığı bütün konuşmalarda yerli malının öneminde bahsederek yerli üretimin temelini atmıştı.

Böylece yerli malı haftası kutlanmaya başlanmıştı.

Köylünün, çiftçinin milletin efendisi olduğunu unutup,

Kendilerini EFENDİ! Yerine koyanlardan işte böylesi bir iktidar doğuyor.

Her Gününüz Güzel Olsun.