“Türkiye’nin sorunları nedir?” diye bir anket yapılsa herkes kendine göre bir sıralama yapar. İnsanın neresi ağrıyorsa canı oradadır.

Ortaokuldayken “Amca sen hangi partidensin?” diye sorardım amcalara. Aklımca siyaset konuşacağım onlarla.

Aldığın cevap ise “Ekmek partisi…” olurdu.

Zaman içinde adil/hakça paylaşımın önem ve değerini anladım. Ancak, üretimin arttırılması gibi bir olgunun da hakça paylaşım kadar önemli ve değerli olduğunu kavradım. Ekmeği büyütmek gerekiyordu. Üretimin arttırılması ise düşünce üretimiyle doğru orantılıdır.

Yıllar su gibi aktı geçti. 2000 yılında doğan çocuklar bugün 20 yaşında. İlk seçimde oy kullanacaklar. Gördükleri ise hep aynı iktidar. Portakallı ördek yememiş birine o lezzeti anlatmak zor. Bugün Türkiye’nin en büyük sorunu düşünce üretiminin olmayışı.

Düşünce üretmesi gereken yapılar: Partiler, sendikalar, vakıflar, dernekler ve elbette üniversiteler.

Partiler bu yapılanma içinde seçime girebilen tek kurum. Ancak Türkiye’nin makro-mikro ekonomi, uluslararası ilişkiler, eğitim, sağlık, tarım, hayvancılık, çevre, kentleşme, deprem, denizcilik vb. sorunları için çözüm üreten yok. Söyledikleri körün fil tarifinden öteye geçmiyor ne yazık ki. O da eğer söyleyen çıkarsa.

Son yirmi yılın sadaka dağıtan çizgisinden kopya çekmeye çalışarak seçmen tercihlerini kendi partilerine çevirmeye çalışıyorlar. Sadakanın ekonomi diliyle ifadesi ise “transfer harcama”. Yani paran varsa verirsin. “Kimse bu insanlar niye yardıma muhtaç bırakıldı?” diye sormuyor. Biz gelirsek yardımlar devam edecek, aile sigortası vs.

Sendika, üniversite gibi yapılar ise adı var kendi yok bir hâle getirildi. Ya taraf olacaksın ya da bertaraf…

Batıda “Tink tank” adı verilen düşünce üretim merkezleri var. Türkiye nasıl ARGE bağlamında çok yetersizse, düşünce üretim merkezleri konusunda da fakirin fakiri. Toplum çakma gündemlerin peşinde koşturulurken sorunlar kangren aşamasına gelmiş dayanmıştır.

Mankurtlaştırma… Yüzyıllar önce esirlerin saçları kazınıp kafalarına deve derisi konarak, güneşte günlerce bırakılırmış. Deve derisi kafaya yapışıp kururken uzayan saçlar geriye dönerek beyne doğru ilerlermiş. Sonuç, hafızasını kaybeden bir esir… Adını bile hatırlamayan bir köle.

Çağımızda küresel çeteler ve uzantısı yapılar tek tek insanlarla uğraşmıyorlar. Uydulardan serpme bir ağ atarak toplumları esir alıyorlar. Bu ağın medya katmanı var. İnternet ise artık bir mankurtlaştırma teknolojisi olarak kullanılıyor. Ayrıca kimin nerede ne yaptığı ne dediği ne yediği-içtiği, nereye gittiği de cep telefonu ve kredi kartlarıyla denetleniyor.

Bu genel yapıda insanlar artık içgüdüsel ihtiyaçları dışında düşünemez duruma getirilmiştir. İşte bu bağlamda insanların yapması gereken gerçek sorunları düşünerek, tartışarak aslında yaşanan ama konuşulmayan her konuda projeler üretmeleri toplumun en önemli sorunu ve ihtiyacıdır. Bu ise gündelik yaşayan halkın değil aydın olduğunu söyleyenlerin sorumluluk alanıdır.

İnsanın 2,5 milyon GB kapasiteli, 100 milyon hücre, 15 milyon nöronla günde 24 saat, haftada 7 gün, yılda 52 hafta çalışan bir organını, beynini kullanamaması en büyük sorundur.

Yukarıda adını saydığım kurumlar bu işlevi yerine getirmediği için bu görev Türk milletine, Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Anadolu halkının evlatlarına düşmektedir. Aydın olmak zor zanaattır.

Gerçek sorunları konuşmak, düşünce üretmek ve bu üretimi halkla paylaşmak ise kavranması gereken ilk halkadır. İzlenecek çizgi “O onu dedi”, “Bu bunu dedi” gibi ifadelerin peşinde sürüklenmeden yeniden düşünmeye başlamaktır. Ama filin kör tarifi gibi değil… Bütünü görerek, her parçanın sıkıntısını gidererek, tıkanan damarları açarak, bilgi kirliliğine karşı mücadele ederek, çakma gündemlere karşı toplumu uyararak çalışmak, çalışmak, çalışmak gerekir.

21. Yüzyıl insanlık tarihinde Yeni Köleci Çağdır. Antik çağın köleleri köle olduklarının farkındaydılar. Günümüzde ise ne yazık ki köle olduklarının bilincinde değiller. Trajedi ise buradadır.