Bir kaz aldım ben de karıdan

Kazın boynu uzun borudan

Kırk abdal kanı kurutan

Kırk gün oldu kaynatırım kaynamaz.

 

Siz, siz olun gideceğiniz davetlerde yazdıklarımı aklınızdan kesinlikle çıkarmayın. Yaşınız küçükse büyük sözü dinleyin. Benden büyükseniz, ara sıra küçüklerinizin söylediklerini dikkate alın. En iyisi siz doğru bildiğinizi yapıp bana kusur bulmayın.

Geleneklerimize bağlı olarak yüzlerce, bazen daha fazla insanın katıldığı yemekler verilir. Ağanın eline vurulmaz sözüne bağlı olarak yenilenin içilenin haddi hesabı olmaz. O kadar çok yemekler hazırlanır ki insanlar yemekleri bitiremez! Bir başka deyimle sofranın bereketi tükenmez.

Bilen bilir: Bu türden hazırlanan yemeklerde konuklara öncelikli olarak çorba ikram edilir. Çorba deyip geçmeyin. Çorba, yemeklerin tacıdır; midenin en yakın dostudur.

Yediğimiz, içtiğimiz bizim olsun. Biz gördüğümüzü anlatalım. Bazı kendini bilmezler kıtlıktan çıkmış gibi çorbayı höpürdeterek içer. Bu alemin en akıllısı siz olmadığınıza göre duymazlıktan gelin. Kimsenin kalbini kırmayın. Kendini bilen adem gibi, kendini bilmeyen de bir başka türlü karnını doyurur. Bırakın adam ağzını burnunu yaksın, çorbanın yarısını sofraya döksün. Sofrada bulunan ekmekleri çiğnemeden mideye götürsün.

Çevrenizde bulunan insanlar, kimsenin dikkatini çekmeden bu kaba saba adamı izler. Hata, tabakta bulunan salatayı tek başına “götürmesine” kızmazlar. Bardağı boşalır boşalmaz ona su ikram ederler.

Çorba kaseleri boşalır boşalınca mevsimlik sebze yemekleri gelir. Hızını alamayan aç gözlü, ömründe bir şey görmemiş gibi –rivayete göre bu türden insanların oğlu olursa çeker bilmem neyini koparırmış- tıkınmaya devam eder.  Aklı sıra acele etmezse tabağında artan yemek çöpe gidecektir. Sona kalırsa belki yemekler tükenmiş olacaktır. Yakınında bulunan ekmekleri tüketmiş olduğundan sofraya yeniden ekmek getirilir.

Daha sonra et yemekleri gelir; önce sulu olanları, sonra susuz olanları. Midesini dolduran aç gözlü, ne kadar çaba gösterirse göstersin artık tükenmiştir. Çaktırmadan gömleğin düğmesini açar. Bir yolunu bulup kemerini gevşetir. Çare tükenmiştir. Tabak dolusu et yemeği bir türlü bitmek bilmez.

Olan olmuştur. Son pişmanlık fayda sağlamaz. Tabaklardan, kaşıklardan çıkan sesler makineli tüfek mermileri gibi beynine saplanır. Olanla, ölene çare bulunmaz.

Et yemeklerinden sonra sıra tatlıya gelmiştir. Büyük tepsiler içinde kadayıflar, baklavalar gelir. İşini bilenler, gözüne kestirdiği tatlı dilimini çatalla alır. Tepsinin içinde şerbetin bol olduğu yerde tatlının dilimini çatalla fazla bastırmadan tıpkı şanzımanlı çamaşır makinesi gibi bir sağa bir sola çevirir. Sofraya bir damla dökmeden midesine indirir. Tepsiden kendi payına düşeni artırmak için gereken özeni gösterir.

Acemi çaylak, ne kadar çabalarsa çabalasın; yutkunmaktan başka bir şey yapamaz. Elinde çatal oyalanır durur. Yüzü kızarır, kimsenin yüzüne bakamaz. Midesi tıka basa doludur. Aradan birkaç gün geçmeden boşalmaz. Bilindiği gibi insanın midesi çok hassastır. Yenilen içilen her şeyi eritir. Ancak sıkıntıyı bir türlü kaldıramaz. İnsanın huzursuzluğu arttıkça midesi yiyecekleri sindirmeyi bir tarafa bırakıp;  gaz oluşumunu hızlandırır.

O kadar davetlinin içinde sofradan kalkıp, lavaboya koşar adımla gitmek yakışık almaz. Gereken özen gösterilmezse hoş olmayan şeyler her an için olabilir.